EVDEKİ – Bir Dört Duvar Kâbusu – Özet

“Evdeki – Bir Dört Duvar Kâbusu” isimli oyun metni Doğu Yücel’in son kitabı “Güneş Hırsızları”nda yer alan “Evim Güzel Evim” isimli öyküden uyarlamıştır. Oyun, hayalindeki romanı yazmak üzere yeni bir eve taşınan dizi senaristinin yaşadığı psikolojik gelgitleri, üretkenlik sancılarını ve bazı ürkütücü olayları anlatmaktadır.

Galip, popüler bir gençlik dizisinin senaristidir. Diziden kazandıkları ile yeni bir ev satın almak ve burada hep hayalini kurduğu romanı yazmak istiyordur. Yolu Beşiktaş’taki boğaz manzaralı bu evle kesişir. Ev sahibi İsmet Bey’in sunumuyla evi beğenir ve yerleşir.

Galip evdeki ilk günlerinde huzursuz uyur. Kendini daha güvenli hissetmek için alarm sistemi kurdurur eve. Fakat evdeki gizemli durumlar her geçen gün artmaktadır. Romanıyla ilgilenmek isteyen Galip diğer yandan hayat geçimini sağladığı televizyon dizisinin senaryolarını da yetiştirmeye çalışmaktadır. Fakat hem yapımcı Ziya Bey’in hem de yıldız oyuncu Tuğçe Alkım’ın müdahaleleri onun psikolojisini bozmaya başlar.

Diğer yandan Galip’in eski kız arkadaşı Mine, Galip ile ilişkisini yeniden canlandırmaya çalışmaktadır. Yakın arkadaşı Nihat ise Galip’in geçtiği bu süreçte ona pek yardımcı olmuyordur. Ve tabii tüm bunlar yetmezmiş gibi Galip’in bu evle ilgili çözmesi gereken, sıra dışı, gerçek üstü, Antik Yunan’a uzanan bir bilmece vardır…

“Evdeki – Bir Dört Duvar Kâbusu”, sanatsal üretim sırasında yaşanan zihinsel durumlar, batıl inançlar, akılcılık ve yalnızlığın etkileri gibi konuları işleyen, korku tiyatrosu ekolünden de izler taşıyan bir kara komedi.

 

EVDEKİ – Bir Dört Duvar Kâbusu

Doğu Yücel

 

Karakterler:

GALİP (Roman yazarı olmak isteyen dizi senaristi)

NİHAT (Galip’in en yakın arkadaşı)

MİNE (Eski kız arkadaş)

EV SAHİBİ (İsmet Bey)

TUĞÇE ALKIM (Dizi yıldızı)

ALARM ŞİRKETİ ELEMANI (Tek sahnelik, opsiyon olarak Nihat’la birleştirilebilir).

Projeksiyonda görünecekler / sesleri duyulacak: Yapımcı Ziya, Gençlik dizisinin karakterleri, Metin Arslanoğlu

 

Sahne:

EV (Kapı, Antre, Mutfak, Salon, Yatak Odası)

Önemli dekorlar: Pencereden İstanbul manzarası, Projeksiyon makinesi ve perdesi, Metin Arslanoğlu’nun Mevsimler isimli filminin afişi, Süper Sınıf dizisinin büyükçe bir klaketi, duvar saati, alarm paneli, boy aynası. Rengarenk bir Süper Sınıf posteri de eklenebilir.

 

1.

Sahne tamamen karanlık. Anahtar çevirme sesi. Apartman kapısının açılma sesi. Gırççç. Çat. Üç kişinin adım sesleri… Otomata peş peşe basma sesi ama ışık yanmaz. Yaşlı adam öksürür. Öhö öhö.

EV SAHİBİ: Hay Allah. Elektrikler kesik galiba.

GALİP: Sorun değil.

Sahne hâlâ karanlık. Üç kişinin merdiven çıkan adım sesleri.

EV SAHİBİ: Yavaş… Lütfen dikkat…

NİHAT: (fısıltıyla) Galip baksana ne dicem?

Galip döner, Nihat yüzünün aşağısından telefon ışığı verir. Karanlık sahnede karakterleri ilk defa görürüz.

NİHAT: Bö!

GALİP: İki saniye cıvıma be adam!

Nihat güler. Merdivene ışık tutar. Sahnenin sol arkasında telefon ışığıyla belirirler.

NİHAT: Ne var ya, ışık tutuyorum işte.

EV SAHİBİ: Geldik.

Anahtar çevirme sesi. Kapı açılır.

EV SAHİBİ: Buyrun.

Evin içi karanlık. Güneş ışıkları kapalı panjurların arasından sızarak içeriyi aydınlatıyor. Ev sahibi eve girerken tereddüt eder. Sonra girer. Özlemiş gibi duvarlarına dokunur. Boş ev, oda oda ayrılmıştır. Boş evde süpürge, faraş gibi ıvır zıvırlar dışında resim fırçası, boya kutuları ve eski yırtık bir tual vardır.

NİHAT: Çok havasız.

EV SAHİBİ: Epeydir kapalı duruyor ev. Panjurları böyle sımsıkı kapattım ki hırsız mırsız girmesin. (Panjurlara doğru ilerler) Burada çok sık hırsızlık vakası oluyor. Evin diğer cephesinde demir parmaklıklar var ama bu tarafında yok, o yüzden panjurları böyle kitliyoruz. (Panjurların kilit çubuklarını çıkartır, panjurları kaldırmaya başlar)

NİHAT: E bu tarafa da demir parmaklık yaptırmak gerek o zaman.

EV SAHİBİ: Bunu yapmak isteyeceğinizi sanmam.

GALİP: Neden?

Panjurlar birkaç saniye sonra tamamen kalkar, muhteşem bir İstanbul manzarası pencerede belirmiştir. Kız kulesi ve adalar… Bir vapur. (Pencereyi açar) Vapurun düdüğü ve martı sesleri duyulur. Pencereden gelen ışıkla sahne tamamen aydınlanır.

NİHAT: Vaov! Şu talk şovlardaki manzara panelleri gibi ha! (Telefonuyla fotoğraf çeker, internete yükler) Kafadan 90 like!

GALİP: Boğaz manzaralı evinizi neden bu kadar uygun fiyata satıyorsunuz?

Nihat dirsek atar Galip’e. Öksürür gürültü çıkarır.

NİHAT: Yok be abi nesi uygun Allah aşkına, bu semtte ne evler var, çok daha kelepir…

EV SAHİBİ: (acı acı gülümseyerek) Aslında ben bu evden hiç ayrılmak istemedim. Ölene dek burada yaşarım diyordum. Ama mecbur kaldım. Kaldık. Çocukların okulları, iş yerleri buraya hep uzaktı. Çok masraflı olmaya başladı, çıktık. Üç yıl kapalı kaldı böyle.

GALİP: Üç yıl mı? Niye satmadınız ya da kiraya vermeyi…

EV SAHİBİ: Bu ev benim için çok özel. Kiraya veremezdim. Burasını gerçekten sahiplenecek birine satabilirdim ancak. Buna da cesaret edemedim. Sonra dediler ki buraların değeri düşüyor çünkü şu ön tarafa rezidans mı ne yapılacakmış, satmazsanız elinizde kalır…

NİHAT: Manzara kapanacak yani.

EV SAHİBİ: Yok, mahalleli ayağa kalktı, proje iptal edildi. Ama işte o dönem evi satışa çıkardım. Eşim de artık burayla olan gönül bağımı koparmam gerektiğini söyledi.

GALİP: Sanki bir canlıdan bahsediyorsunuz, hatta…

EV SAHİBİ: Bir kadından bahsediyor gibiyim değil mi? Biliyorum. Ama gerçekten öyle. O yüzden internete ilan verdikten sonra talep geçenleri inceledim. İlk defa birine gösteriyorum. Sizin sanatkâr biri olmanız ilgimi çekti.

GALİP: Yani öyle olmaya çalışan biri diyebiliriz…

EV SAHİBİ: Aa olur mu canım, kızım yazdığınız dizinin sıkı bir hayranı. Sınıf… Ne sınıftı?

GALİP: Süper Sınıf.

EV SAHİBİ: Hah Süper Sınıf, evet, tekrarlarını bile izliyor.

GALİP: Gençlik işte…

EV SAHİBİ: Öyle demeyin, yeni nesil zehir gibi… İyiyi kötüyü ayırt edebiliyorlar.

GALİP: Teşekkürler.

NİHAT: Her hafta 120 sayfa senaryo yazar, sonra böyle mütevazı takılır bizimki.

EV SAHİBİ: Tevazu da ayrı bir sanattır.

NİHAT: Yalnız, abi bu manzaraya karşı diziyi şaha kaldırırsın sen. Coştukça coşarsın.

GALİP: Dizi her türlü ilerler de ben asıl romanıma başlamak istiyorum burada.

EV SAHİBİ: (Düşünceli) Roman mı?

GALİP: Evet, bugüne dek hep erteledim. Dizi işlerinden kafamı kaldıramadım. Bir de hep doğru zamanı doğru yeri aradım. Hayatımın projesi bu. (Güler) “Proje”ymiş, lafa bak. Görüyorsunuz işte, sektör dili ağzıma yapışmış durumda. Batsın “Proje”niz. Bu benim hayalim. En büyük hayalim. (Hayallere dalar)

NİHAT: (Parmaklarını şıklatır) Dünyadan Galip’e. Abi gerçek hayat bekliyor…

EV SAHİBİ: Ben beklerim sorun değil, hayallere sahip gençleri görmek beni mutlu ediyor.

GALİP: Çalışma masası şuraya iyi gider sanki…

NİHAT: Aynen arada kalk, manzaraya bak, ilhamla dolarsın.

GALİP: Desene, aradığım ilham perisini buldum.

Ev sahibinin yüzünde tuhaf bir ifade belirir.

EV SAHİBİ: Gelin size yatak odasını göstereyim.

Yatak odasına yürürler.

NİHAT: (Fısıldayarak) Abi bu ev kaçmaz.

 Galip onun görüşünü olumlayarak ve gözleri ışıldayarak eve bakar.

 

2.

Boş eve dekorlar gelir. Ev dekore edilir. Salonda bir perde, projeksiyon makinesi, seyirciye doğru çalışma masası, fonda manzara, güzel koltuklar, havalı dekorasyon, duvarda Metin Arslanoğlu’nun Mevsimler isimli filminin karanlık sanatsal afişi, ona yakın Süper Sınıf dizisinin klaketi, ortada masa, masada büyük dekoratif bir çanak…

Galip kütüphanedeki kitaplarını düzenlerken telefonu değişik bir melodiyle çalar. Projeksiyon telefon ekranı gibi görünür, Nihat’ın fotoğrafı belirir – NİHAT ARIYOR.

GALİP: Hah, neredesiniz?

NİHAT: Geldik, açsana.

Galip düğmeye basar. Adım sesleri. Nihat, Mine ile gelir. Nihat içki getirmiş. Paltolarını askılığa asarlar.

NİHAT: Al bakalım, şahane burbon viski. Kardeşimin yeni evine yakışır.

MİNE: Nihat evini öve öve bitiremedi, bir bakayım dedim. Elim de boş geldim ama…

GALİP: Hoş geldin.

Mine ve Nihat içeri girer. Nihat hemen hafif kapatılmış perdeleri açar.

NİHAT: Oğlum açsana şu manzarayı, ne saklıyorsun?

MİNE: Vayyy, gerçekten dediğin kadar varmış.

NİHAT: (Mine’ye) Kız kulesini görüyorsun değil mi?

MİNE: Ooo. Süper valla.

NİHAT: Baksana, neredeyse Büyükada görünecek.

GALİP: Hava açık olunca görünüyor.

MİNE: (Şakacıktan flörtken) Ne yapsak Galip, eski ilişkimizi yeniden gözden geçirsek mi acaba?

Galip güler.

MİNE: Şaka bir yana, evin maşallahı var. (tahtaya vurur) Bilsem nazar boncuğu alırdım, böyle kocaman.

GALİP: Saçmalama.

MİNE: Hah tam adamına söyledim.

NİHAT: Ben de nazardan korkarım valla. Negatif enerji…

GALİP: Arkadaşlar beni güldürmeyin.

MİNE: Galip öyle şeylere pabuç bırakmaz Nihat. Onu ilkel görüşlerimizle kendimizden soğutmayalım. Sonra bu manzarayı bir daha göremeyiz.

GALİP: Mantıklı bir çıkarım.

MİNE: Hah işte, bay mantık iş başında. (es) Yalnız bu ev servete mal olmuştur.

NİHAT: Fiyatı buraya göre çok uygun valla. İnanamazsın.

MİNE: Allah Allah, ilginç. Her tarafı açık, geniş, manzarası var, nasıl uygun olur? Bir yerinde çürük mürük olmasın.

NİHAT: Yok yok araştırdık ettik, bina sağlam. Buralar zaten hep kaya.

GALİP: Kasıyor beni bu muhabbetler.

NİHAT: Ne kasıyor abi?

GALİP: Ya işte boğaz manzaralı ev falan, ne öyle patron gibi. Bir diziyle köşeyi dönmüşüm de, görgüsüz gibi etrafa hava basıyormuşum gibi…

NİHAT: Hayda… (Lafının devamını getiremez)

MİNE: Ya ne alakası var Allah aşkına? Sanki çalıp çırptın. Tam tersine it gibi çalıştın, şu dizi için geceni gündüzüne kattın. Tırnaklarını kazıyarak derler ya… Böyle bir ev en çok senin hakkın.

NİHAT: Aynen abi. Birlikte Kuştepe’de o küçücük evde takıldığımız günleri hatırlıyorum, ben dışarıda alemlere akarken sen evde senaryo çalışıyordun. İşte burası o fedakarlığının ödülü. O yüzden helal olsun diyor ve kadehimi kaldırıyorum.

Kadeh kaldırırlar.

NİHAT: (bir şey fark eder) Yalnız, senin bu tarafa da parmaklık yaptırman gerekecek.

GALİP: Neden ki?

NİHAT: Baksana abi, şu ağacı tırmanıp çok rahat buraya çıkarlar.

MİNE: Bu manzaraya çizgi mi çekeceksin, olmaz öyle şey.

NİHAT: O zaman her evden çıktığında panjurları kapatacaksın. Yatarken de… Çekilecek eziyet değil.

MİNE: Ya hırsız panjur manjur dinlemez ki…

NİHAT: Aynen. Alarm kur, en iyisi.

GALİP: Alarm ha.

NİHAT: Ben kullanıyorum abi, çok pratik, aklın evde kalmıyor. Rahat uyuyorsun.

MİNE: (Başka bir şey fark eder) Bi dakka, bu bir incir ağacı mı?

GALİP: Galiba.

MİNE: İncir ağacı uğursuzdur. (es) Cin yuvası derler.

GALİP: Offf!

MİNE: Ne var ya rivayeti de mi anlatamayacağız? Hatta dibine işersen cin çarpar, öyle derler yani.

GALİP: (Sarkastik) E hemen deneyelim. (Balkona çıkar işeyecekmiş gibi yapar) Balkondan dibine işesek yine çarpar mı? Gerçi komşu çarpar, o kesin.

MİNE: Neyse, dalga geçiyorsun ama aklında olsun.

GALİP: Yok kalsın, akıl-dışı şeylerin aklımın dışında kalmalarını tercih ederim.

MİNE: Aman tamam!

NİHAT: Abi evi çok güzel döşemişsin. İlham verici bir çalışma ortamı olmuş. Süper Sınıf ratingleri alt üst eder artık.

GALİP: Ya dizi zaten her şekil yürür. Asıl ben romanımı yazacağım burada.

MİNE: Şu meşhur romanın.

GALİP: Evet o meşhur roman.

MİNE: Ne hakkında olacak?

GALİP: Ya öyle anlatılabilecek bir şey değil…

NİHAT: Nasıl bir şey var kafanda, gençlik tarzı mı yine?

GALİP: Yok be abicim alakası yok. Böyle içe dönük… Oğuz Atay gibi biraz. Bireyin yalnızlığı, şehre yabancılaşması…

MİNE: Varoluş meseleleri…

GALİP: E onsuz olmaz tabii.

NİHAT: Bana ağır gelir öyle konular. Tutunamayanlar’ı okuyamayanlardanım.

GALİP: Ama heyecanlı bir olay örgüsü de olacak. Sıradan bir adamın hayatı sıradan bir olayla tepetaklak olacak.

NİHAT: Ama neyle?

GALİP: İşte o henüz belirsiz.

MİNE: Yaz da okuyalım bari.

NİHAT: Kanka beni kitapla mitapla yorma, filmini çeksinler, izleyelim. Mis gibi.

MİNE: Bak işte o harika olur gerçekten.

Mine yürür, duvarda Metin Arslanoğlu’nun Mevsimler afişinin oraya gelir.

MİNE: Bir bakmışsın, romanını Metin Arslanoğlu sinemaya uyarlıyormuş.

GALİP: Ah ah nerde o günler. O sadece kendi yazdığı senaryoları çekiyor.

MİNE: Bazen de kendi oynuyor.

GALİP: Sadece bu filmde kendi oynadı, o da mecburen.

NİHAT: Abi bu Mevsimler, hani bir adam var, reklam şirketinden ayrılıp güneye gidiyor, orada bir kadınla tanışıyor falan, o değil mi? Kızacaksın ama ben bu filmi ‘çarpı iki’de izledim.

GALİP: Çarpı ikide izledim derken?

NİHAT: DVD’de hızlı ileri sarma var ya. Çarpı ikiye alınca normal bir film gibi akıyor. 40 dakikada bitti film.

MİNE: Ben de itiraf edeyim, bitirememiştim.

GALİP: Nasıl insanlarla arkadaş oldum ben?

MİNE: Ne yapayım daralıyorum, eskiden arthouse çok izlerdim biliyorsun ama artık hayat hızlı akıyor, bu kadar yavaşlığa gelemiyorum. Ama sen yazarsan o başka. (Biraz cilve yaparak) Yazdığın yazıları, senaryoları ilk bana gönderdiğin günler aklıma geliyor bazen… Belki yine gönderirsin bana…

GALİP: Bitirdikten sonra, gönderebilirim.

MİNE: Ee, o zaman hadi başla bi’ an evvel…

GALİP: Dur kızım, daha yeni yerleştim.

MİNE: Nasıl yani, ben günlerdir buradasın sanıyordum.

GALİP: Yok ya, parkeler baştan yapıldı, boya badana, dekorasyon derken, daha bugün yerleştim.

MİNE: İlk bu gece burada uyuyacaksın yani?

GALİP: Evet?

MİNE: O zaman benden sana tüyo. Yeni evdeki ilk gecende, uyumadan önce yastığının altına anahtar koyarsan evleneceğin kişiyi rüyanda görürsün. Öyle derler yani.

GALİP: Ya Mine yapma.

MİNE: Bir de şu var: Yeni bir evde ilk gece göreceğin rüya gerçek olur.

NİHAT: Evet abi, ben de ona inanıyorum. Bu son tuttuğum evde, ilk yattığım gece arabamın çizildiğini görmüştüm. Sabah kalktım, bir baktım, boydan boya bir çizik! Tamam rüyada gördüğüm yerde değil ama bariz çizilmişti. Hadi Bay Spock, bunu da açıkla!

GALİP: Tesadüf ve şans.

NİHAT: Rüyada görmem?

GALİP: Bilinçaltının, olasılıkları rüya evresinde daha net görmesi. Uyanıkken tehlikeli bir bölgeye park ettiğini fark etmiyorsun ya da bunu göz ardı etmeyi tercih ediyorsun ama rüyada bilinçaltın yakın geçmişi çağırarak ortamı değerlendiriyor.

NİHAT: Yalnız gerçekten şu an arabayı yine abuk bir yere park ettiğimi hatırladım. Ufaktan kalksak mı?

MİNE: Bence de Galip’i bir an evvel bilinçaltıyla baş başa bırakalım ki yazmaya başlasın.

GALİP: Nihayet!

MİNE: İlham perileri seninle olsun.

GALİP: Bak işte onlara ihtiyacım var!

NİHAT: Hadi abi görüşürüz. Tekrar hayırlı uğurlu olsun…

GALİP: Teşekkürler.

Kapıda vedalaşırlar. Galip masasına doğru hızlı adımlarla ilerler. Sandalyesine oturur. Bir Word belgesi açar. Projeksiyon perdesinde Word belgesi belirir. Galip bir süre düşünür, parmağı klavyenin üzerinde dolaşır. Sonra bir şey bulmuş gibi parmaklarını şıklatır Galip. Sevinçle bir şey yazar. Yaza yaza “Roman” yazar Galip. Sonra ne yazacağını bilemez. Sahne kararır.

 

 

3.

Galip çalışma odasında sandalye üzerinde uyuyakalmış. Projeksiyon perdesinde romanda hiç ilerlemediğini görürüz: bir Word belgesinde sadece “Roman” yazıyordur. Altında karmaşık harfler…

Bir anda seyirciyi de korkutan bir sesle telefonu titreşir masanın üzerinde. Galip hık’layarak uyanır. Nihat’tan gelen saçma bir SMS’tir bu. SMS’i projeksiyon ekranında görürüz: “Gördün mü Podolski’nin golünü?!”

Galip umursamaz mesajı. Telefonu sessize alır. Bilgisayar ekranını kapatır. Uyku sersemi bir şekilde yatağına gider.

Gözü şifonyerin üzerindeki anahtara kayar, bir an Mine’nin dediği gibi yastığının altına koymayı düşünür, sonra kendi kendine güler. Telefonunu şarja takar, ışığı kapatır.

Bir süre uyuyamaz, yatağın içinde döner. Sonra tam uykuya dalacak gibi olurken içeriden bir ses gelir. Parkelerin genleşmesi sesi gibi… Galip bunu o kadar önemsemez.

Sonra salondaki kapı yavaş yavaş açılır.

GIRÇ.

Pencereden, rüzgârda salınan ağacın dallarını görürüz. Sonra daha gürültülü bir GIRÇÇÇÇ ile kapı oynar.

Galip yatakta doğrulur. Telefonunun fenerini açar.

Salona doğru endişeyle yürür. Işığı askılığa tutunca ödü kopar.

GALİP: Lannn!

Askılıktaki palto ve şapka tam bir adam gibi durmaktadır. Galip korkuyla askılığa bakarken dışarıdaki ağacın dalı pencereye çarpar. Dal, pencere camı üzerinde sinir bozucu bir ses çıkarır. Galip korkar. Sonra tekrar askılığa bakınca askılık normal görünür. Biraz yüzünü gözünü eliyle buruşturup kendine gelir. Gidip panjurları kapatır. Yatağına yatar.

Salondaki kapı kımıldar. GIRÇÇÇ.

Ve bir anda hızla kapanır!

 

 

4.

Galip kahvesini almış, masasına oturmuştur. Bilgisayar ekranı açık. Word’ün beyaz sayfası projeksiyon perdesinde. Kollarını esnetir Galip. Parmaklarını çıtlatır. Avuçlarını birbirine sürter, bir alkış sesi çıkartır, başlayacakmış gibi klavyeye gömülür. Sonra ekranla bakışır.

Yazacak gibi olur yazamaz.

GALİP: Evetttttt…. Yapabilirsin bunu Galip…

Klavyede bir düğme üzerinde parmağıyla ritim tutar.

GALİP: Roman dediğin nedir ki…

Kalkar, salonda volta atar, geri döner. Saçlarını kaşır, dağıtır. Boy aynasında kendisiyle karşılaşır. Ona bakarak…

GALİP: Yıllarca binlerce sayfa senaryo yazdın. Ne bini, on binlerce… Şimdi sadece düz yazı şeklinde yazacaksın. Çocuk oyuncağı…

Sonra masaya döner boş boş ekrana bakar. Zamanın geçişini duvar saatinin akrep yelkovanının hızlanmasından anlarız. Galip bu sürede bir kelime yazamaz.

Kapı çalar. Kapı çalınca sevinir Galip. Koşarak açar. Gelen Mine’dir.

MİNE: Ya dün apar topar geldik, ev hediyesi alamamıştım.

Galip paketi açar, bir el feneridir bu.

MİNE: Elektrik kesintilerine karşı önlem.

GALİP: Teşekkürler, işe yarar bir hediye.

MİNE: Mantıklı arkadaşıma mantıklı hediye… (Galip masaya koyar hediyeyi)  Ee, nasıl iyi uyudun mu ilk gecende?

GALİP: Eh işte. Rüyalar kâbuslar… karışık…

MİNE: Aa, ne gördün?

GALİP: Ya önemli bir şey değil, şimdi sen rüya okuması falan yaparsın, kasarsın beni.

MİNE: Aşk olsun. Sen de beni iyice falcı kadına çevirdin.

GALİP: Sanırım tedirgin uyudum. Gecenin köründe kalktım panjurları kapattım falan.

MİNE: Bu eve alarm şart galiba.

Telefon titreşerek öter, YAPIMCI ZİYA – ARIYOR… Galip bir dakika işareti yapar.

GALİP: Ziya Bey merhaba.

ZİYA: Galip n’apıyorsun sesin soluğun çıkmıyor?

GALİP: Valla napayım Ziya Bey, sezona daha var diye kendi işime gücüme bakıyorum. Ev taşıdım falan.

ZİYA: Hayırlı uğurlu olsun. Şöyle bir şey oldu Galipçim, sezonu erkene çekiyoruz.

GALİP: Erkene mi? Ne kadar erken?

ZİYA: On gün içinde sete çıkmamız gerek.

GALİP: (Taklit yaparak) Aa… Sesiniz gidip geliyor Ziya bey… Duyamıyorum. Yurtdışında tatildeydim de ben…

ZİYA: Galipçim her zamanki gibi çok şakacısın. Şirkete gel, konuşalım. Takvim çıkaralım. Tamam mı?

GALİP: (İronik) Emredersiniz Ziya Bey.

Galip telefonu kapatır.

GALİP: Al işte, tam romana kapandık, dizi hortladı.

MİNE: Sen yaparsın ikisini de.

GALİP: Gel çıkalım, bırakırım seni.

Tam kapıdan çıkacakken pencereyi öyle açık görünce tırsar, panjurları kapamaya gider. Panjurları kapatır, sahne kararır.

 

 

5.

Alarm şirketinin elemanı alarm panelini kurmakta.

ALARMCI: Galip bey, şimdi çıkmadan önce veya yatarken pencerelerin kapalı olduğundan emin oluyorsunuz ve sonra şu butona basıyorsunuz. Cik cik cik cik ötüyor. Kurulmuş oluyor. Alarm kuruluyken pencereleri açmamaya dikkat edin. Kapıyı açarsanız üç saniye içinde şifreyi girmeniz gerek. Sensör de kurdum her oda için. Bakın bu mutfağın ışığı, bu salonun, bu da içerdeki odanın ışıkları. Bir hareketlenme olduğunda pır pır eder bunlar. (Panelde gösterir.)

ALARMCI maymun gibi elini sallar sensöre, mutfaktan ve salondan denemeler yapar.

ALARMCI: Nasıl gördünüz mü?

GALİP: Gördüm pır pır etti.

ALARMCI: Şimdi sistemi bir deneyelim. Korkmayın.

GALİP: Tamam.

Alarmcı, pencereyi açar. ALARM BANGIR BANGIR çalar. Galip kulaklarını tıkar.

ALARMCI: (Bağırarak) Şif-re-yi gi-rin şim-di!

Galip panelde şifreyi girer.

ALARMCI: Aynen, bu kadar basit. (Süper Sınıf’ın klaketini fark eder) Süper Sınıf ha. Yoksa… bir alakanız mı var?

GALİP: Biraz…

ALARMCI: Bu sizdeyse, sette çalışıyorsunuz demektir. Off. İnanamıyorum. Tuğçe Alkım’ı gördünüz yani?

GALİP: Evet tabii.

ALARMCI: Canlıda da o kadar güzel mi?

GALİP: Canlıda derken?

ALARMCI: Normal hayatta yani?

GALİP: Normal işte.

ALARMCI: Yani ekrandaki gibi mi?

GALİP: Canlıdaki gibi.

ALARMCI: Hadi be, off süper! Sırf Tuğçe Alkım yüzünden Pelin’i tutuyorum. Hatta ne diyor gençler: Pelinist! Bu yaşta Pelinist oldum düşünün. Bir de Alevliler var. Alev’i tutanlar. Komik ama insan kapılıyor işte n’apsın… Peki ya siz?

GALİP: Ben mi?

ALARMCI: Yani siz Pelinist misiniz yoksa Alevli mi?

GALİP: Ben tarafsız bölgedeyim.

ALARMCI: Abi yok Tuğçe Alkım on numara. (Sesini kısar) Aramızda kalsın, geçen bizim şirketten bir arkadaş Tuğçe hanımın evine alarm takmış. Hatun bizim elemanı bornozla karşılamış. Aklı uçmuş bizimkinin. Kabloları birbirine karıştırmış. Alarm bir çalmaya başlamış, durduramamış da. (Kahkaha atar – Galip donuk) Valla arkadaşı suçlayamıyorum da hatun tam bir alev topu. Ben olsam cihazı hiç kuramazdım, alarm verirdim. (Alarm taklidi yapar – tepki alamayan kahkahalar)

GALİP: Zor tabii… Ya peki bu alarm, hani bir şey olur da ben evde yokken falan çalarsa ne oluyor?

ALARMCI: Hemen çağrı merkezimiz sizi arıyor. Polis yönlendirmek gerekirse onayınız alınıp hemen polis yönlendiriyoruz. Bence çok iyi ettiniz, bu muhitte çok vaka oluyor. Sizin önünüzdeki ağaç da bir risk faktörü… O ağaç İncir ağacı mı?

GALİP: Yani.

ALARMCI: Bak o da sakat. Üç harflileri çeker onlar.

GALİP: Altı harflileri çekmesin de, üç harflileri hallederiz.

Galip’in telefon çalar. NİHAT – ARIYOR.

GALİP: Alo. Hah bir dakika –  E o zaman teşekkürler.

ALARMCI: Biz teşekkür ederiz efendim. En ufak bir konuda şirketimizi arayabilirsiniz.

Alarmcı kartını verip çıkar.

NİHAT: Oğlum ne yanıt vermiyorsun mesajlarıma?

GALİP: Kitap için kampa girdim oğlum.

NİHAT: Oo pardon büyük romancı. E o zaman sayfa ve skor alalım.

GALİP: Sayfa 0, 0-0 golsüz berabere.

NİHAT: Yapma bunu Galip!

GALİP: Sorma, dizinin çekimlerini erkene çekmişler. Alelacele yeni bölüm senaryosu istediler. Şimdi ona girişeceğim.

NİHAT: Senin işin de zor tabii. Hadi tutmayayım ben seni.

GALİP: Görüşürüz hacı.

Galip masasının başına döner. Bilgisayarında senaryo programı açar. İsteksiz bir ifadeyle SÜPER SINIF SEZON 4 BÖLÜM 1 yazar. Hızlı hızlı yazmaya başlar. Sahne yavaş yavaş kararır.

 

 

 

6.

Projeksiyon perdesinde diziden küçük bir bölüm izleriz: Dizi son derece renklidir, tüm renkler şatafatlı tonlarda. Pelin, Tuna, Alev aşk üçgenine dair geyik bir sahne:

Teneffüs zili çalar, öğrenciler içeriye giriyordur. Tuna sınıfa girerken Alev’le karşılaşır.

ALEV: Tuna bugün yine yakıyorsun valla.

TUNA: Fıstık. (Göz kırpar)

Pelin duyar bunu. Hemen bozuk atar Tuna’ya.

PELİN (TUĞÇE ALKIM): Ben sana gösteririm fıstığı.

TUNA: Ya bebeğim, lafın gelişi.

Pelin’in siniri geçmez. Sandalyelerine oturur gençler, öğretmen girer. Tuna bir kâğıda kalp çizer. Üzerine “Pelin’e” yazar.

TUNA: Paslar mısın moruk?

Elden ele not Pelin’e gelir. Pelin açar, mutlu olur. Öpücük gönderir Tuna’ya. Tuna onu kapmış gibi avcunu sıkar. Alev’i Pelin’in arkasında görürüz. Pelin’de pause olur ekran. Donan ekranın üzerine yönetmenin adı girer, Yönetmen Mustafa İplikçi.

GALİP: Senarist kim ki zaten?

Galip kumandayla TV’yi çat kapatır. Masasına döner. Word sayfasını açar.

Boş sayfayla bakışır bir süre. Parmağı bir düğmede -düğmeye basmadan- ritim tutar.

Manzaraya bakar. Vapur düdüğünün sesi gelir. Galip’in bakışları ekrana döner. Twitter’ına mesajlar gelmeye başlar. İnterneti açar, Twitter’da bölüm hakkında yorumlara bakar, sonra sinirlenip ekranı kapatır. Yatağına gider.

Uyuyamaz. Evden tuhaf sesler gelir. Karanlıkta korku efektleri. Kapı gıcırtısı, tahta genleşmesi, cama çarpan ağaç dalı gibi sesler… Sonra o sesler kesilir. Galip daha rahat bir pozisyona geçer, uyuyacak gibidir.

Sessizliğin içinde bir sinek vızıltısı duyar. VIZZZZZZZZZ

Eliyle sineği kovalar. VIZZZZ.

Galip yorganın içine girer. VIZZZZZ. Çıkar.

Vızzzzzz…

Yorganı atar üzerinden, kalkar. Işığı açar, bir gazeteyi kıvırıp sineğin peşine düşer. Havada sineği öldürmeye çabalarken gülünç durumlara düşer. Sonra sinek pencerenin kenarına uçar. Galip pencereyi açarak sineğin gitmesini sağlayabileceğini düşünür. Yavaş yavaş pencereyi açar…

Pencere açılır açılmaz ALARM BANGIR BANGIR ötmeye başlar. Galip panikler. Pencereyi kapatmaya çalışır, elindeki gazete yere düşer, panele doğru koşar, halıda kayar o sırada, panele yetişir, şifresini yanlış girer. Sonra nihayet doğru girip susturmayı başarır.

Derin bir oh çeker. Çalışma sandalyesine oturur.

Telefonu titreşir. ALARM ŞİRKETİ – ARIYOR.

GALİP: Yanlışlıkla çalıştırdım alarmı. Evet… Ha güvenlik kodum mu, Hamlet13. He, Aş yani evet. Teşekkürler.

Rahatlamıştır. Arkasına yaslanır. Ama birden:

VIIZZZZZZ

Sinekten kurtulamamıştır. Sinek bilgisayar ekranının ışığına gelmiştir. Galip sinekle bakışır. Sonra Galip’in yüzüne bir gülücük konar. Çünkü ilham gelmiştir. Klavye başında yazmaya başlar.

Ekranda:

“Ekranın üzerinde kendini sağlama alan karasinek, kurnaz adamlar gibi avuçlarını birbirine sürtüyor, adeta benimle dalga geçiyordu.”

yazar.

Cümlesinden memnun kalan Galip tıkır tıkır yazmaya devam eder. O tıkır tıkır sesler devam ederken sahne kararır…

 

7.

Bir sürü kâğıt çıktısı almış Galip onları üst üste dizmiş, gururla ve inceleyerek bakıyor. Belli ki üzerinden birkaç gün geçmiş, saç baş dağılmış Galip’in. Salon da dağılmış. Yemek siparişlerinden kalma plastik tabaklar vb. ortalıkta… Kapı çalar. Galip otomata basar, sonra kapıyı açar, alarm öter. Hemen şifreyi girer susturur. Yukarı çıkanlar Mine ve Nihat’tır.

GALİP: Ha siz miydiniz?

NİHAT: Ne oldu beğenemedin mi?

MİNE: Başkasını mı bekliyordun?

GALİP: Bakkaldan çocuk geldi sandım.

NİHAT: Nerdesin oğlum kaç gündür, neden açmıyorsun telefonunu?

MİNE: Ne bu hal Galip?

Mine koltuktaki tabağı kaldırıp oturur.

GALİP: Biraz dağınık kusura bakmayın.

MİNE: Neler oluyor Galip?

GALİP: N’olsun, yazı işlerine daldım. Dizi bir yandan… Öyle.

NİHAT: Nasıl dalmak bu arkadaş? Kaç kere aradım.

GALİP: İşte bir kere konsantre olunca insan…

MİNE: Dizi mi canına okudu böyle?

NİHAT: Ratingler düşmüş galiba biraz.

GALİP: Yok ya, sıkıntı yok. Rölantide devam ediyor işte.

MİNE: Ee?

GALİP: Romana başladım işte. Aklım onda.

MİNE: Hah başladın yani, iyi iyi, o zaman sorun yok. (Çıktıları görür) Yoksa bu mu?

GALİP: Evet ta kendisi.

Nihat almaya kalkar. Galip önce davranıp

GALİP: Sakın!

NİHAT: Vov tamam abi tamam.

MİNE: Bu kadar yazdığına göre iyi gidiyor.

GALİP: Burası bana gerçekten ilham verdi galiba. Yazmaya başlıyorum ve sanki bağlanıyorum masaya. Yazıyorum yazıyorum… Sonra sabah bakarsın ve kötü bulursun ya, öyle bir şey de olmuyor. Hiç fena değil diyorum. Tabii biraz makaslama yapıyorum ama normal o.

NİHAT: Abi bu manzara kime ilham vermez ki.

MİNE: Nasıl bir öykü? Biraz anlatsana.

GALİP: Bir adamın bir sinekle mücadelesi.

MİNE: Sinek?

GALİP: Kara sinek.

MİNE: Kafkaesk diyorsun.

GALİP: Çıkış noktası öyle ama sonrası farklı, biraz trajik. Arslanoğlu’nun ilk kitabındaki bir öyküye benziyor, o tonlarda.

MİNE: Arslanoğlu’nun kitabı da mı var?

GALİP: Evet çok kişi bilmez ama baya iyidir.

MİNE: Ee adam diyorsun sinek diyorsun. Ne oluyor romanda?

GALİP: İşte şey, bu bizim adam ne yaparsa yapsın sinek içeri giriyor. Tüm pencereleri kapıları kapatsa da fark etmiyor. Adam sineği öldürüp atıyor, sonra bir başkası giriyor. Ama hep tek bir sinek. Asla değişmiyor. Adam bunu takıntı yapıyor. Bir süre sonra sinek içeri giremesin diye kapıyı bile açmıyor, eve hapsolmuş oluyor.

MİNE: Sinek küçük ama mide bulandırıyor, diyorsun.

NİHAT: Şimdi sen bu manzaraya baktın ve aklına kara sinek geldi demek.

GALİP: Yani…

MİNE: Heyecanlı olay örgüsü diyordun…

GALİP: O şu an biraz eksik. Neyse yeter benden konuştuğumuz. Ee siz napıyorsunuz? Ofise gidip gelmeler falan?

MİNE: Yani evet, biz de işte napalım beyaz yakalı zavallılar olarak ofise gidip gelmeler…

GALİP: Ne güzel, ne güzel.

Sessizlik olur aralarında. Tam o sırada telefonu titreşir Galip’in. Bir süre telefonu bulamaz, sesi takip eder, sonra koltuğun içine sıkışan telefonu bulur. TUĞÇE ALKIM ARIYOR. Galip telefonu açmayacak gibidir.

NİHAT: Açsana oğlum! Aç aç.

GALİP (İsteksiz): Alo.

TUĞÇE: Galipçimmm, napıyorsun nerelerdesin Allah aşkına?

GALİP: Nolsun Tuğçe, iş güç koşturmaca, sen nasılsın?

TUĞÇE: E aşk olsun ama Beşiktaş’ta yeni ev almışsın, hiç çağırmıyorsun oyuncunu. Çok ayıpladım.

GALİP: Valla tam yerleşemedim diye…

TUĞÇE: Sete gelirdin eskiden, hiç uğramıyorsun da artık.

GALİP: Zaman olmuyor ki.

TUĞÇE: Senarist sete gelmezse, oyuncu senaristin evini basar!

GALİP: Nasıl yani?

TUĞÇE: Müsaitsen geleyim, ben de Beşiktaş’taydım.

NİHAT: (fısıldayarak) Evet abi gelsin hadi.

GALİP: Tabii ki.

TUĞÇE: Konum atarsın, görüşürüz.

Telefonu kapatır.

NİHAT: Oley be! Attın mı konumu?

GALİP: Attım attım.

MİNE: (Kıskanmıştır) Biz kalkalım istersen.

GALİP: Saçmalama olur mu öyle şey.

NİHAT: Aynen saçmalama Mine. Kaç yıllık dizi senaristi arkadaşımız var, nihayet bir selebritiyle tanıştıracak, bu fırsatı kaçıramam.

Nihat evi toplamaya başlar.

NİHAT: Toplasana oğlum biraz evini.

GALİP: Abi tamam toplu işte.

Kapı çalar. Galip otomata basar. Nihat aynaya bakıp üstüne başına çeki düzen verir.

TUĞÇE: (gülücüklerle) Şükür kavuşturana.

GALİP: (yanaktan öpüşmeler) Hoş geldin.

TUĞÇE: (Nihat ile Mine’yi görür) Aa merhaba, arkadaşlarının olduğunu bilmiyordum.

GALİP: Senaristlerin de arkadaşları oluyor işte.

TUĞÇE: Hastasıyım bu kıvrak zekanın. Bende de bu huy var işte, saykoseksüel diyorlarmış biliyor musun? Zekayı seksi bulmak. Zeki sözlerle tahrik olmak…

MİNE: (Tuğçe’nin bu flörtken hallerine gıcık olur) Sapyoseksüel sanırım o.

TUĞÇE: Ben de öyle dedim ya. Saykoseksüel. Selam ben Tuğçe bu arada.

MİNE: Mine.

NİHAT: Ben Nihat.

GALİP: Çok eski arkadaşlarım.

TUĞÇE: Ay ne şanslısınız böyle zeki bir adamı tanıdığınız için. Müthiş bir potansiyel. Son bölümler efsane canım. Diyaloglar su gibi akıyor. Biliyor musun, ezber için hiç kasmıyoruz. Yani en azından ben, bir okuyorum, aklımda kalıyor. Diğerlerini bilemeyeceğim.

GALİP: Sağ ol. Ama Ziya Bey ratinglerden çok memnun değil.

TUĞÇE: Boş versene, önemli olan öykü, karakterler. Dramaturji sağlam durursa sıkı hayranlar asla bırakmaz diziyi, o da bizi kurtarır. Ayrıca hiç de kötü değil ratingler. (Manzarayı fark eder) Vay, nerden buldun bu evi ya?

GALİP: İnternetten.

TUĞÇE: Ne kadara aldın? (Arkadaşlarına bakar) Ay neyse, sonra söylersin.

GALİP: Aslında sanıldığı kadar pahalı değil. Şanslıydım. Önüne rezidans mı ne dikeceklermiş, fiyatı düşmüş o sırada.

TUĞÇE: Nereye dikeceklermiş ki?

GALİP: Bilmem şu koruluğa herhalde.

TUĞÇE: O zaman bekleyeyim, oradan alırım.

Soğuk bir rüzgâr, sessizlik.

TUĞÇE: Şaka tabii. (Güler) Benim şöyle sessiz sakin bir yerde rollerime çalışabileceğim bir eve ihtiyacım var. Buralarda bir ilan görürsen haber ver canım.

GALİP: Tabii.

NİHAT: Ben de bakarım.

TUĞÇE: (Mevsimler’in film afişini görür) Aa inanmıyorum, sen sever misin Metin Arslanoğlu’nun filmlerini?

GALİP: Fanıyız.

TUĞÇE: Harbi? Biliyor musun, geçen bir galada tanıştım. En başta ürktüm, böyle nemrut bir tipe benziyor, tersler mersler dedim. Dizi oyuncularını sevmiyor falan derler bir de. Aa hiç alakası yok. Bi sıcak davrandı. Ben şok. Filmlerden falan konuştuk. Ay laf aramızda hiçbir filmini tam olarak bitirememiştim. Ama çaktırmadım tabii.

NİHAT: Çarpı 2’de izlerseniz…

TUĞÇE: Çarpı 2 derken?

GALİP: (sadece Nihat’a) Bi çarparım sana. … (Tuğçe’ye) Sen boşver onu. İkinci Adam filmi çok iyi, ondan başla.

TUĞÇE: Aynen biraz çalışmam gerek. Çünkü orada ayak üstü yeni senaryosundan bahsetti. Yarılamış. Bana uygun rol olabilirmiş.

GALİP: Cidden böyle mi dedi?

TUĞÇE: Valla. Bak aramızda kalsın. Yani lütfen siz de…

NİHAT: (Ağzını fermuarla kapatır gibi yaparak) Ben kimseye söylemem.

TUĞÇE: Zaten galada malum, şarap ikramı vardı. Onun etkisiyle de demiş olabilir.

GALİP: Kötü filmleri övülsün diye dayıyorlar tabii şarabı.

TUĞÇE: Galip valla alemsin. Yok mu senin şu tespitlerin. (Galip’e dokunur, Mine uyuz olur) Neyse canım, ben kaçayım, set var akşam.

GALİP: Hangi sahne?

TUĞÇE: Tuna’nın barda Alev’le konuştuğunu görüyorum hani.

GALİP: Şarabı tam suratına fırlat.

TUĞÇE: (Güler) Çalıştım bile canımcım.

Tuğçe çıkar. Nihat heyecanlı ve kitlenmiş bir şekilde duruyordur.

NİHAT: Vay be.

MİNE: Vay be.

GALİP: Vay be.

NİHAT: Resmen Tuğçe Alkım’la muhabbet ettim.

MİNE: Resmen Tuğçe Alkım karşımda eski erkek arkadaşımla flört etti.

GALİP: Resmen Tuğçe Alkım, Metin Arslanoğlu’yla tanışmış, bir de rol mol diyor…

MİNE: Galadaki şarap iyi çarpmış arkadaşı.

NİHAT: (hayal dünyasında) Sevdi beni sanki.

GALİP: Televizyon dünyası böyle bir şey işte. Rolü de kapar görürsün bak. Süper Sınıf’ın süslü yıldızı sanat sinemasına transfer olur, dizinin senaristi ömür billah ergenlere ve ev kadınlarına yazmaya devam eder.

MİNE: Adalet mi bu?

GALİP: Bir de utanmadan bir filmini bile izleyemedim demez mi?!

NİHAT: Hiç valla.

Mine öksürür.

MİNE: (Kapıya yönelir) Hadi Nihat, arkadaşı ünlü flörtleriyle yalnız bırakalım.

GALİP: (Kâğıtları göstererek) Tek flörtüm bu Mine.

NİHAT: Ben şu hatunu Insta’dan takip edeyim, belki tanır da geri takip eder.

MİNE: Hadi canım sana kolay gelsin.

GALİP: Görüşürüz.

 

8.

Galip bilgisayarının başında romanını yazıyor. Karanlık ruh hallerinden geçtiği belli oluyor ama yazıyor da yazıyor… Günlerin geçtiğini gündüzden geceye geçen İstanbul manzarasından anlarız. Fonda tarzdan tarza atlayan değişken enstrümantal bir şarkı çalabilir. Yıldırım çakma efektleri, rüzgârda sallanan ağaç dalları. Bu yazma eyleminin en karanlık noktasında Galip’in telefonu çalar. YAPIMCI ZİYA – ARIYOR.

GALİP: Efendim Ziya bey?

ZİYA: Galipçim bizim çocuklar son senaryoyu almışlar da şimdi.

GALİP: Evet…

ZİYA: Ben de okudum. Alev’e az sahne yazmışsın. Kızın hayranları çoğaldı. Ratingleri ölçtürüyoruz, kızın sahnesinde ratingler artıyor. Bu Alevlenenler diye fan grubu var, kızıyorlar sonra. Hiç de az değiller.

GALİP: Alevliler.

ZİYA: İşte onlar. Pelinistler azaldı mesela. Alev’in ratingleri acayip yükseldi. Rica edicem, bu ara biraz Alev’e yüklen.

GALİP: Tuğçe bozulmaz mı?

ZİYA: Ne bozulacak, aynı parayı alıp daha az çalışacak işte. Şikâyet ederse top bende. Diyorum ki şimdi, bu bölümde Tuna ile Alev öpüşsün.

GALİP: Öpüşsünler diyorsunuz.

ZİYA: Tuna, Alev’i öpsün. Yok yok, Alev Tuna’yı öpsün.

GALİP: Öp Alev, Tuna’yı.

ZİYA: Tabii öyle abartılı değil, takılmayalım sonra RTÜK’e.

GALİP: Dilsiz yani.
ZİYA: Dil mi?

GALİP: Şapur şupur olmasın yani?

ZİYA: Galipçim biliyorsun işte, malum.

GALİP: Dilsiz dudaklı. Siparişinizi aldım Ziya Bey. Yarın size yeni senaryoyu servis ederim.

ZİYA: Bir de şu edebiyat göndermeleri, ağdalı laflar falan… Gençlere ağır geliyor.

GALİP: Haklısınız, hiç konuşmasalar daha iyi olabilir.

ZİYA: Galipçim sen anladın beni.

Telefonu kapatır.

GALİP: Anladım ben seni Ziyacım.

Bilgisayarında senaryo programını açar. Yazmaya başlar…

GALİP: (yazdıklarını okur) Alev Tuna’nın önünde bilerek ders kitaplarını düşürür. Tuna onun kitaplarını yerden almasına yardımcı olurken Alev Tuna’nın dudaklarına yapışır. Tuna neye uğradığını şaşırır, Pelin görecek diye korkar, Alev’i ittirir.

Sonra kara sineğin sesi duyulur. Vızzzzzzzz…

Galip sineği arar. Görünce mutlu olur. Senaryoyu kapatır, Word sayfasını açar. Coşkuyla yazmaya başlar, romanda kaldığı yerden devam eder.

 

9.

Galip epey çalışmış, evi yine çöpler kaplamış. Fakat diğer yandan roman çıktıları kabarmıştır. Gururla onlara bakar. Yatağına giderken onları masasında bırakır. Yatak odasına geçer. Sahne yavaşça kararır. Geceye dair sesler duyarız. Rüzgâr, pencere camına çarpan ağaç… Bir anda alarm çalmaya başlar!!! ALARM SESİ GİDEREK YÜKSELİR. Galip sıçrar uykusundan. Eliyle sert bir cisim arar, odasındaki Gençlik Dizisi Ödülü’nü alır. Telefonuyla ışık tutarak hafiye gibi evindeki yabancıyı arar!

GALİP: Kim var orda? Hemen terk et burayı!

GALİP: Polis yolda, kaç kurtul!

Galip telefonunun feneriyle etrafa iyice bakar, kapısı kapalıdır. Telefonu çalar. ALARM ŞİRKETİ ARIYOR.

GALİP: (Kısık sesle konuşur) Evet, alarmım çaldı. Kapı kapalı ve içeride kimse görünmüyor.

ALARM ŞİRKETİ: Sensörlerde hareket var mı?

Galip sensörlere bakar.

GALİP: Yok.

ALARM ŞİRKETİ: Bazı araba farları, direkt sensöre gelirse cihazı yanıltabiliyor efendim.

GALİP: Öyle bir şey herhalde.

Telefonu kapatır. … Bir anda alarm panelindeki MUTFAK’ın karşılığındaki sensör ışığı yanar. Galip bıraktığı ödülü tekrar eline alır. Telefon fenerini Mutfak’a tutar. Kimse yoktur. Rahatlamıştır. Birden panelde SALON’un karşılığında sensör ışığı yandığını fark eder. Feneri oraya tutar. Kimse görünmüyordur.

Bir anda koltukta oturan biri ayağa kalkar.

GALİP çığlık atar.

Salondaki kişi EV SAHİBİ’dir, o da çığlık atar.

GALİP: Sakın kımıldama, silahım var!

EV SAHİBİ: Çok özür dilerim.

GALİP: Siz?

EV SAHİBİ: Lütfen kızmayın.

GALİP: Ne demek kızmayın?! Korkudan elim ayağım titriyor hâlâ.

EV SAHİBİ: Ben de korktum.

GALİP: Ne demek ben de korktum!

EV SAHİBİ: Dalmışım. Sizi görünce korktum.

GALİP: Yeter susun. Şimdi polisi arıyorum.

EV SAHİBİ: Lütfen yapmayın, açıklayabilirim.

GALİP: Açıklayın o zaman: Ne arıyorsunuz evimde? Nasıl içeri girdiniz?!

EV SAHİBİ: Kilidi değiştirmemişsiniz.

GALİP: Bu size eve girme hakkını vermez. Bu ev artık sizin değil.

EV SAHİBİ: (üzgün) Biliyorum. (ayağa kalkar) Rahatsızlık vermek istememiştim.

GALİP: Rahatsızlık mı? Şaka mı yapıyorsunuz?

EV SAHİBİ: Hayır efendim, ne münasebet. Sadece sizin için endişelenmiştim.

GALİP: Ne demek bu?

EV SAHİBİ: Panjurları kapatıyorsunuz bazen. İçeride misiniz, başınıza bir şey mi geldi… Bilemiyor insan. Kaç gündür çalacağım kapınızı, cesaret edemedim…

GALİP: Ne demek kaç gündür?

EV SAHİBİ: Farkında değil misiniz, iki haftadır evden dışarı adım atmadınız.

GALİP: İki hafta mı? (Es) Siz beni mi gözetliyorsunuz?

EV SAHİBİ: Hayır hayır öyle bir şey değil.

GALİP: Hem size ne evimden çıkmadıysam?

EV SAHİBİ: Bu durum beni yakından ilgilendiriyor. Unuttunuz mu? Onu size ben sattım…

GALİP: (Galip’in çıktıları ev sahibinin elindedir, Galip bir masada bıraktığı yere, bir adama bakar) Bir saniye, elinizdeki..? N’apıyorsunuz siz?!

EV SAHİBİ: Masanızda gördüm. Çok ilginç bir başlangıç… Okurken içine öyle girdim ki, geldiğinizi duymadım bile.

Galip hışımla adamın elinden alır çıktıları. Sevgilisiymiş gibi sarılır ona. Sonra kendine gelir…

GALİP: Hemen defolun buradan!

EV SAHİBİ: Ben ben… tekrar özür dilerim. İnanın amacım kötü değildi. (Kapıya yönelir) İyi günler.

GALİP: Gecenin köründe evime girmiş, iyi günler diyor bir de.

EV SAHİBİ: Öğlen aslında. Panjurları açarsanız…

Kapıyı açar. Güneş ışığı girer. Galip başını kaşır, saçını dağıtır. Öfkeyle kapıyı kapatır. Kâğıt tomarına daha sımsıkı sarılır. Tehlikeli bir olaydan sonra sevgilisine kavuşmuş gibidir, gözlerini kapatır. Sahne kararır.

 

10.

Sahne aydınlanır. Galip masada uyuyakalmış. Kâğıt tomarının bir kısmının üstünde uyumuş, kolu ise diğer kısmında. İnce bir VIZZZ sesi duyulur. Birden uyanır. Ağzından refleksle, biraz sayıklıyor gibi:

GALİP: Geldim!

Öksürür. Eliyle yüzünü buruşturur, kendine gelir. Kâğıt tomarına sevgiyle bakar. Bilgisayarı açar, çalışmaya devam eder. Tıkır tıkır… Bu sırada dışarıdan korna sesi duyulur.

NİHAT: Galipppp?!!

Galip zorlukla kalkar.  DAT DATTTT! Galip pencereye çıkar. Korna sesi, Dat, dat, dat…

GALİP: N’apıyorsunuz siz burada?

NİHAT: Biz de bir oyun yazdık abi.

MİNE: Evden yazar kaçırmaca!

GALİP: Ne saçmalıyorsunuz?

MİNE: Hadi hemen giyin gel, biraz gezelim.

GALİP: Ya yok, çalışmam gerek.

MİNE: Yeter çok çalıştın, biraz hava al.

NİHAT: Abi hemen çıkmazsan mahallede adın iğrenç arkadaşlara sahip yabani yazara çıkacak.

Kornaya DAT DAT DAT basmaya devam eder.

GALİP: Tamam kes şunu, geliyorum.

Galip çıkar.

 

 

11.

Sahne değişir, evin bir bölümü Nevizade’de bir mekan olur. Masaya içkiler gelmiş.

MİNE: Demek vişne suyu?

GALİP: Görev başında içmediğimi biliyorsun Mine.

MİNE: Canım şu an görev başında değilsin.

GALİP: Eve dönünce yazmaya devam ederim ben. Çalışmamdan alıkoydunuz beni.

MİNE: Böyle çalışma olmaz Galip. Arada bir dışarı çıkıp hava alman gerek. Her şeyi geçtim, sağlıklı değil. Yürümen gerekir.

GALİP: Siz Maupassant Horla’yı nasıl yazdı, biliyor musunuz?

MİNE: Evet, akıllım. Adam sonunda tımarhaneye kapatıldı.

GALİP: Aynen. Çünkü hocası Flaubert ona şöyle der: “Bir sanatçı her şeyi sanata feda etmeye hazır olmalı. Yaşam sanat için bir araçtır.” Tam olarak böyle olmasa da benzer…

NİHAT: Abi, biraz insan içine çıkıp hayatın kendisinden beslenmen gerek.

Galip etrafına bakınır. Kadeh tokuşturan, gülen kahkaha atan insanlar, saçma bir rabarba… Nihat telefonuna gömülmüş bir şeye bakıyor o sırada. Mine küçük makyaj aynasına bakıyor.

GALİP: Hı hı tabii. Hayatın kendisi tabii.

NİHAT: Californication’daki yazarı görmüyor musun, götürmediği hatun kalmıyor. Adam hayatını yaşıyor.

GALİP: O bir dizi. Uydurma olduğunu biliyorsun değil mi?

MİNE: Uydurma tabii ki de, ama Bukowski’den esinlenerek yaratmışlar. Hani X-Files’taki herif oynuyor.

GALİP: Mulder mı? Gerçekten hık demiş burnundan düşmüş Bukowski’nin.

MİNE: Öyle deme, çok iyi dizi. Ben 5. sezonundayım.

NİHAT: Ben çoktan bitirdim. Şu ara, Westworld, Quantico, Suits izliyorum. Bir de Breaking Bad’e baştan başladım, 1080P’de tekrar izliyorum.

GALİP: Eee daha daha napıyorsun?

NİHAT: Nolsun abi işte, ofise git gel.

MİNE: Hemen küçümse. Dizi yazarısın, dizi izlediğin yok.

NİHAT: Hiç, sonra Türk dizilerini küçümseyince olay çıkar.

GALİP: Şu gün dizi izle, bugün maç izle, hadi sabaha kadar içelim zıbaralım, böyle olmaz. Zamanımız sınırlı.

MİNE: Ne o bilmediğimiz bir şey mi biliyorsun, dünyaya meteor falan mı çarpacak?

GALİP: Olabilir, geçen gün teğet geçti zaten.

MİNE: Yok yok sende var bir şeyler. Merkür gerilediği için İkizler bu ara kendi içine kapanabilir diyorlardı.

GALİP: (Anlamaz) İkizler? Merkür?

MİNE: Burç olan İkizler tabii. Sen İkizler değil miydin?

GALİP: Evet, bundan 1900 yıl önce, dünyanın evrenin merkezi sanıldığı, güneşin bizim etrafımızda döndüğünün kabul gördüğü bir çağda yaşayan Batlamyus isimli şarlatana göre “İkizler”im.

MİNE: (kulak asmaz) İşte ona göre Merkür iletişim gibi yaşam alanlarını yöneten gezegen. O gerilediği zaman özellikle onun temsil ettiği burçlar etkileniyor. Neden olmasın? Ayın yerçekimi koskoca denizlerde gelgite neden oluyor da koskoca gezegen gerileyince senin iletişim ihtiyacını neden etkilemesin?

GALİP: Güneşe bu kadar yakın bir gezegenin bizim muhabbetimizle ilgileneceğini pek sanmıyorum.

NİHAT: Valla geçen Venüs gerilemesinde iş hayatında bocalamalar olur diyorlardı, hakikaten oldu.

GALİP: O zaman bu gezegenler gerilmesinler, germeyelim onları.

MİNE: (içki içmesi hızlanır) Gerilmiyorlar, geri geri gidiyorlar. Yörüngeleri farklı ya, böyle dönerlerken dünyanın gerisine düşüyorlar.

GALİP: Kime göre?

MİNE: Nasıl yani?

GALİP: Sırtımızı Andromeda’ya verdiğimizde mi?

NİHAT: Abi seninle de bir şey konuşulmaz oldu. Futbol deriz, takım tutmak mantıksız dersin, endüstriyel futbol dersin. O gereksiz, bu saçma, şu anlamsız… Nihilizmin de bir sınırı olmalı.

Galip püfler, sıkılmıştır, saatine bakar.

MİNE: (Hızlı içtiğinden biraz kafayı bulmuştur) Peki ya aşk?

GALİP: Ne olmuş aşka?

MİNE: Bilmiyorum sana sormalı. Aşk ne? O da mı uydurma?

Galip bön bön bakar.

NİHAT: Aşk dediğin üç günlük eğlence mi?

GALİP: Bilemedin beş gün olsun.

MİNE: Ben söyleyeyim. (Galip’in taklidini yaparak) “Aşk, beynimizin serotonin salgılaması neticesiyle oluşan bir içgüdüdür.”

GALİP: Tabii ki değil.

Şaşırırlar.

GALİP: Serotonin tam tersine azalır. Beynimizi oksitosin ve depomin kuşatır. Evrimsel bir süreçtir, insanoğlunun hayatta kalabilmesi ve neslini devam ettirebilmesi için…

MİNE: Sen boş ver şimdi insanoğlunu, bizim aramızdaki neydi? O da mı evrimsel bir süreçti?

GALİP: Oldu arkadaşlar, hadi bana müsaade. (Ayağa kalkmaya başlar, Mine durdurur)

MİNE: Tamam tamam ben biraz kafayı buldum sadece, sustum.

NİHAT: Ben konuşmaya devam edebilirim değil mi?

GALİP: Siz devam edin, ben gerçekten gideyim…

MİNE: Hadi yapma ama, eskisi gibi bir gece geçirsek, burdan bir konsere aksak mesela…

NİHAT: Abi ne bu böyle sürekli kalkma hali, evde manita mı bekliyor yoksa?

GALİP: Yok be, çalışmam lazım sadece.

MİNE: (Daha bir sarhoş şivesiyle) Onun manitası yazdıklarıdır, bilmez misin? Ama bu gece bizimsin, kaçış yok.

NİHAT: Valla ya, biraz piyasa yaparız, hatun avına çıkarız.

GALİP: (Yılmış şekilde) Offf tamam. Bir saat daha…

NİHAT: Abi cidden yok mu bi aşk meşk olayı? Kaç zamandır tek tabancasın, böyle olur mu hiç? Duvarlara tırmanır insan.

GALİP: Bilirsin çocukluğumdan beri Örümcek Adam olmak istemişimdir, hepsi onun için.

NİHAT: Senin yerinde ben olsam var ya… O dizideki cıbırlardan kapardım en az bir tanesini.

MİNE: Onlar da dünden razı, gördük bir tanesini.

NİHAT: Evet ya, hakkaten, o hatunu yatağa atmalıydın.

GALİP: Niçin?

NİHAT: Tüm bu çalışmaların bir ödülü olmalı.

GALİP: Ödül anlayışımız farklı.

Galip sıkılmıştır bu muhabbetten. Tam o sırada masadaki telefonu titreşerek çalar.

NİHAT: Aha yoksa Tuğçe mi, aç abi aç.

MİNE: Ya yok, açma, bu gece kimse seni bizden koparamaz.

Galip telefona bakar.

GALİP: Alarm şirketi. Açmam lazım. (Telefonu açar) Alo…

ALARM ŞİRKETİ: Salon sensörünüzde hareketlenme saptandı. Polis yönlendirmemizi ister misiniz?

GALİP: (Eve dönmesi gerektiği için gizli gizli sevinir) Olur, ben 10 dakikaya evde olurum.
ALARM: Polis gelmeden eve girmeyin efendim.

GALİP: Tamam.

Telefonu kapatır.

NİHAT: N’olmuş?

GALİP: Sensörler hareket tespit etmiş. Polis yönlendirdiler. Ben hemen gideyim.

MİNE: Gelelim biz de.

NİHAT: Atalım seni.

GALİP: (para çıkartıp masaya koyarken) Abi yok, otoparka gitsek zaman kaybederiz, ben hemen fırlayayım taksiyle.

MİNE: Hay Allah ya…

Galip masaya para bırakır. Kalkar gider. Sahne kararır.

 

 

 

12.

Alarm çalmakta bangır bangır. GALİP anahtarı çevirir, eve temkinle girer. Alarm paneline şifresini girip susturur.

GALİP: İsmet Bey, yine siz misiniz? Başıma bela mısınız siz?

Cep telefonunun ışığıyla bakar salona. İlk baktığı şey kâğıt tomarıdır. Onları masa üzerinde görünce rahatlar. Kâğıtların yanına gider, bakar, kontrol eder.

GALİP: Kilidi değiştirdiğim halde nasıl girdiniz?!

Salon pencerelerini kontrol eder, mutfağa bakar. En son temkinli bir halde Ev Sahibi’ni yakaladığı koltuğu çevirir, o da boştur.

GALİP: Her kimsen çık ortaya?!

Yatak odası ve diğer taraflara hızlıca bakar. Kimse görünmüyordur. Kafası karışır. Telefonu çalar.

ALARM ŞİRKETİ: Alarmı kapattığınız tespit edildi. Polis gelmeden eve girmeseydiniz…

GALİP: Olsun, olsun. Evde kimse yok, kontrol ettim ben.

ALARM ŞİRKETİ: Emin misiniz, her yere baktınız mı?

GALİP: Evet, evet.

ALARM ŞİRKETİ: Sensörlerde bir hareket var mı?

Galip sensöre bakar, bir hareket yoktur.

GALİP: Yok yok.

ALARM ŞİRKETİ: Biz yine de bir polis kontrolünü öneriyoruz.

GALİP: Gerek yok. Geçen gün de böyle yanlış çaldı, araba farlarından mı neymiş…

ALARM ŞİRKETİ: Anladım efendim. O zaman polis yönlendirmesini iptal ediyoruz. Onaylıyor musunuz?

GALİP: Evet.

ALARM ŞİRKETİ: İyi geceler…

Telefonu kapatır. Şüpheli bir şekilde etrafına bakıyordur. Birden alarm panelindeki sensörlerde Mutfak’ın karşılığı yanar! Yanıp sönmektedir ışık. Galip mutfağa bakar. Kimse yoktur. Alarm paneline bakar, sensör ışığı yatak odasında yanmaktadır, oraya koşar.

Kimse yoktur.

GALİP: (Tehditkar değil merakla) Nerdesin?

Alarm paneline bakar, salonun sensör ışığı yanıyordur, Galip panikle oraya koşar.

GALİP: Buradasın değil mi?

Sessizlik.

Galip bir elini kâğıt tomarına koyar.

GALİP: Teşekkürler. Orada sıkıntıdan bayılıyordum.

Sessizlik.

GALİP: Kurtardın beni.

Galip boşluğa yüzünde minnet ve âşık olmak arasında bir ifadeyle bakarak durur.

 

13.

Galip harıl harıl çalışıyor. Yazıyor da yazıyor… Kâğıt tomarı daha da kalınlaşmış. Bir noktada durur.

GALİP: Ee, bu paragrafı nasıl bağlayacağım?

Kütüphaneden bir kitap fırlar. Yere düşer. Önce önemsemez, sonra kaldırmaya gider. Kitabın tam açıldığı kısım onda bir şey uyandırır. Kitapla geri döner, yanına koyar.

GALİP: (sevinerek) Çok iyi fikir!

Biraz daha yazar. Bir bölüme nokta koyar. Telefonu titreşir. MİNE ARIYOR.

GALİP: Hey!

MİNE: Hey mi? Ne kadar mutlu açtın telefonu…

GALİP: Mutluyum çünkü.

MİNE: İyi, iyi, sevindim de, hayırdır?

GALİP: Bitmek üzere.

MİNE: Roman? Harbi mi diyorsun?

GALİP: Evet, evet. Bir bölüm kaldı. Son bölüm canavarını da yendim mi, bu iş bitmiştir.

MİNE: Ay çok sevindim. İyi ki seni bir süre rahatsız etmedik… Hemen ilerlemişsin…

GALİP: Ya o konuda size özür borçluyum. Biraz gıcık bir adam oldum o süreçte.

MİNE: Vay be, resmen sesine renk gelmiş.

GALİP: Bir bitireyim, asıl o zaman gör beni.

MİNE: Aa  bi dakika ben seni tutuyorum ama televizyonda Süper Sınıf var. Sen izlemiyor muydun?

GALİP (saate bakar): Hadi be, kaptırmışım romana, aklımdan çıkmış.

MİNE: Hadi ben kapatayım sonunu yakala.

GALİP: Görüşürüz.

Galip TV’yi açar: SÜPER SINIF – Bölümün sonundan video…

Tuna, okul bahçesinde Alev’in yanına gider.

TUNA: Alev sana bir şey soracağım.

ALEV: Tabii.

TUNA: Mezuniyet balosuna benimle gelir misin?

ALEV: (Evlenme teklifi almış gibi sevinir) Evet, evet, evet.

TUNA: Çok sevindim.

Arkada Pelin (Tuğçe Alkım) görünür.

ALEV: Peki ya Pelin?

TUNA: Artık hayatımda öyle biri yok Alev. O sadece arkadan geçen bir figüran. Eski bir yaz şarkısı, nakaratını bile hatırlamadığım.

El ele tutuşurlar. Ekran donar. Arkada Pelin, mahzun mahzun bakıyor, önde yeni çift. Tuna ve Alev. Galip’in telefonu çalar. Arayan Tuğçe’dir, projeksiyon perdesinde belirir fotoğrafı.

TUĞÇE: Canım konuşmamız lazım. Evde misin?

GALİP: Evet?

TUĞÇE: Birazdan ordayım.

Hemen zil çalar. Galip açar.

TUĞÇE: (Hızlı hızlı yürüyerek ve gülerek) Ay meğer sana ne kadar yakınmışım.

GALİP: Hoş geldin.

Galip Tuğçe’nin üzerindekileri alır. Tuğçe dekolteli bir kıyafetle gelmiştir. Salona geçerler.

TUĞÇE: Hoş geldim, hoş. Sana haberlerim var.

GALİP: Sanırım biliyorum ne diyeceğini.

Ayrı koltuklarda değil, divanda yan yana otururlar.

TUĞÇE: Aa duydun mu yoksa?

GALİP: Neyi?

TUĞÇE: Kaptım rolü Galip.

GALİP: Hangi rolü?

TUĞÇE: Metin Arslanoğlu’nun yeni filminde başrolüm! İnanabiliyor musun?

GALİP: İnanamıyorum.

TUĞÇE: Ben de.

GALİP: Senin adına çok sevindim.

TUĞÇE: Teşekkürler canım… Ama, biliyor musun, çok korkuyorum. Süper Sınıf’ta oynaya oynaya tek bir karakterle bütünleştim. Şimdi onun her açıdan tam zıttı bir iş var.

GALİP: Nasıl bir senaryo?

TUĞÇE: Senaryo daha yok. Biraz zorlanmış bu defa yazarken. Ama sinopsisi ve karakter tarifini okudum… O kadarı bile ruhumu karartmaya yetti. Aşırı durağan bir oyun vermem gerekiyor. Beni biliyorsun, oradan oraya zıplarım. Şimdi tam tersi bir ruh haline bürünmem zor olacak.

GALİP: Sen yaparsın. Zaten Arslanoğlu sende o ışığı görmese seni seçmezdi.

TUĞÇE: Değil mi, ben de öyle düşünüyorum. Yine de stres yapıyorum.

GALİP: Arslanoğlu’nun oyuncu yönetimi çok iyidir. Tek tek oyuncularıyla ilgilenir. Onlarla çalışır.

TUĞÇE: Ondan o kadar çok şey öğreneceğim ki…

GALİP: Çok farklı çalışma ritüelleri var. Mesela her filminin senaryosunu tek bir yerde yazar. Bir odada yazmaya başladıysa, senaryonun tamamını orada yazar. Başka bir yerde ona tek bir harf bile eklemez. “Dört duvar prensibi” diyor buna.

TUĞÇE: Prensipli adam tabii.

GALİP: Her yerin kendine özgü bir havası, bir ruhu olduğuna inanıyor. Eğer farklı yerlerde yazdıklarını birleştirirse ortaya bir “ruh çorbası” çıkacağını söyler. O yüzden senaryolarını aynı dört duvar arasında yazıyor.

TUĞÇE: Valla benim için hava hoş. Ayyy düşünsene. Adamın filmleri Cannes’da, Berlin’de gösteriliyor. Çok önemli adamlar izliyor. Ya bir de ödül alıyormuşum, düşünsene!

GALİP: Bunu düşüneyim.

TUĞÇE: Bunda senin de katkın var biliyorsun değil mi? Süper Sınıf’la öğrendim ben oyunculuğu. Teşekkür konuşmamda yerin garanti.

GALİP: Sonlara doğru söyle, arada kaynamayayım.

TUĞÇE: Tabii ki!

Tuğçe ayağa kalkar, Süper Sınıf klaketiyle seksi bir şekilde oynayarak

TUĞÇE: Pekiiiii… Ben buraya niçün geldim?

GALİP: Niçün geldin?

Tuğçe Galip’in yakınına oturur. Ve her cümlesinde daha da yaklaşır.

TUĞÇE: Galip’çim, ödüllü bir yönetmenle sanat filmi yapacağım diye Süper Sınıf’ı unutacak halim yok. Dizimizi ne kadar sevdiğimi biliyorsun. Bu başarıyı birlikte elde ettik. Geçen sene başka dizilerden teklif geldiğinde sizi yarı yolda bırakmamak için hepsini reddettim. Ki ne biçim kaşeler telaffuz ediyorlardı, kulaklarına inanamazsın.

GALİP: Ondan eminim.

TUĞÇE: Ama sonuçta Süper Sınıf bizim canımız ciğerimiz. E ama şimdi bu sezon niye böyle oldu?

Tuğçe bacak dekoltesini biraz açar. Galip’in gözü kayar.

GALİP: İyi aslında ratingler, bir ara tökezledik ama toparladık.

TUĞÇE: Canım ratingler iyi de. Benim bildiğim Süper Sınıf bu değil. Bak hayranlar da kızıyor.

GALİP: Yani biliyorsun ben karakterleri dengeli kullanmaya çalışıyorum ama…

TUĞÇE: Galip, açık olacağım sana. Tuna ben varken nasıl Alev’i seçebilir?

Tuğçe göğüs dekoltesini belli eder. Galip afallar.

GALİP: Şimdi aslında o dizi icabı…

TUĞÇE: Dizi icabı da olsa…

Tuğçe bacağını Galip’in bacaklarının üzerine koyar.

TUĞÇE: Sence onu seçebilir mi?

GALİP: Yani…

TUĞÇE: Bir senarist olarak inandırıcılığa önem verdiğini biliyorum.

Göğüslerini biraz daha gösterir.

TUĞÇE: Şimdi bu dramatik tutarlılığa sığar mı?

GALİP: Sığmaz.

Öpüşmeye başlarlar. Biraz oynaşırlar.

TUĞÇE: Karakter devamlılığına da uygun değil.

GALİP: Kesinlikle. Dramaturji çöküyor.

Divandan yere düşerler. Oynaşmaya devam ederler.

TUĞÇE: Çökmesin bence.

GALİP: Diyalog kompozisyonuna da ters.

TUĞÇE: Ters bence de.

GALİP: Öykünün tez cümlesi her şeyin üzerinde olmalı.

TUĞÇE: Ama karakterler bazen öyküye el koymalı, iş yazardan çıkmalı.

Tuğçe üste geçer, Galip’i altına alır. Şehvet oyununda üstün gelmiştir.

Tuğçe, Galip’in kulağına eğilir:

TUĞÇE: Senden bir şey isteyeceğim?

GALİP: Tabii ki ne istersen…

TUĞÇE: Alev’i öldür!

GALİP: Ne?

TUĞÇE: (psikopatça güler) Alev’i öldür.

GALİP: Ne demek bu?

TUĞÇE: Anladın beni: Alev’i öldüreceksin.

GALİP: Dizi icabı… ?!

TUĞÇE: İcabına bak onun!

GALİP: (Sevişmeye devam etmeye çalışır) Neyse tamam bakarız.

TUĞÇE: Bu dizinin ona ihtiyacı yok.

GALİP: Nasıl yok? Ana protagonistlerden biri o.

TUĞÇE: (Sevişme halini durdurur) Öldür o protonu!

GALİP: Proton mu?

TUĞÇE: Predatör!

GALİP: Predatör derken?

TUĞÇE Ne yani sen şimdi Alev’i öldürmeyecek misin?

GALİP: Yani…

TUĞÇE: Bak diziye hareket gelir böylece. Dramanın gücü ortaya çıkar. Bir sürü çatışmaya neden olur. Game of Thrones’da Lord Stark ölünce dizi nasıl coşmuştu…

Tuğçe biraz öper Galip’i.

GALİP: Bilmiyorum izlemedim spoiler verme şimdi bana.

TUĞÇE: Kuzey Güney’de Ali ölünce dizinin ratingleri arttı. Hatırla…

GALİP: İyi de, şey…

TUĞÇE: Alev’i öldür. Aramızdaki bu alevi söndürme.

Galip şehvete kapılır…

GALİP: Alev ölecek!

Galip coşar, sevişmeyi bir sonraki boyuta taşıyacak şekilde tişörtünü çıkarır, Tuğçe’yi altına alır. Tuğçe çok mutludur.

GALİP: Alev hastalanabilir. Kanser mesela.

TUĞÇE: Çok uzun sürer öyle.

GALİP: İntihar edebilir.

TUĞÇE: Hayır o zaman benim sebep olduğumu düşünürler.

GALİP: Trafik kazası? Çat diye gider.

TUĞÇE: Süpersin. Bayılıyorum zekana. Saykoseksüel olmak böyle bir şey.

GALİP: Sapyo.

TUĞÇE: Ne?

GALİP: Sapyoseksüel.

TUĞÇE: Aynen seksüel!

Sevişmeye devam edeceklerken, bir ses Galip’in dikkatini dağıtır: VIZZZZZZZZ

Galip eliyle sineği kovalamaya çalışır.

VIZZZZZZ

Galip sineği kovalamaya çalışır. Bir ara kafasını kaldırır sineğe bakar. Sonra sensörde hareket görür. Sevişme halinden çıkar.

TUĞÇE: N’oluyor Galip?

GALİP: Sinek.

TUĞÇE: Ne sineği?

GALİP: Yani Süper Sınıf.

TUĞÇE: Evet canım, Süper Sınıf? Ne olmuş Süper Sınıf’a?

GALİP: Süper Sınıf’ı bu şekilde kirletemeyiz.

TUĞÇE: Ne diyorsun ya?

GALİP: Öykünün ruhuna haksızlık edemeyiz. Yapamam bunu.

Galip tişörtünü giyer. Etrafına bakar.

GALİP: Bu çok yanlış. Utanıyorum.

Tuğçe, Galip’teki değişimi anlayamamıştır, üstünü başını toplar.

TUĞÇE: Öyle diyorsun demek.

GALİP: Üçümüz için en iyisi bu. Sen, ben, Süper Sınıf. Bizim büyük aşk üçgenimiz.

TUĞÇE: Galip, sen çok garip birisin.

GALİP: Bunu hep duymuşumdur.

Tuğçe çıkar, kapıyı çarparak çıkar.

Galip hemen “basılmış koca” gibi giyinmeye etraftaki dağınıklığı toplamaya başlar.

Sonra boşluğa bakarak

GALİP: Zor kurtulduk, değil mi?

Ses çıkmaz.

 

14.

Galip, bilgisayarının başına oturmuş. Kâğıt tomarı yanında.

GALİP: Ee, son bölüm canavarı, kaldık baş başa. El mi yaman bey mi yaman görelim…

Kollarını açar, parmaklarını çıtlatır. Tek bir alkış sesi çıkartır. Klavyeye gömülür.

Yazacak gibi olur yazamaz.

GALİP: Evetttttt….

Volta atar salonda bir tur. Tekrar oturur.

GALİP: Nerede kalmıştık?

Kâğıt tomarını karıştırır.

GALİP: Tamam canım, çok kolay, olayları bağlayacağım, hepsi bu.

Tekrar volta atar.

GALİP: Yani… olayları bağlamasam da olur. Bağlamak şart değil. Havada kalabilir. Romanı ucu açık bitirmek istedim. Evet, böyle derim röportajlarda.

Yazdıklarına bakar.

GALİP: Ama bi’ şeyler yazmak gerekiyor tabii.

Volta atarken:

GALİP: Ne olursa olsun, birkaç sayfa bi şey işte.

Volta atar. Mevsimler afişinin önünden geçerken…

GALİP: Sen ne yapardın üstat?

Sahnenin genel ışığı kapanır, ışık afişteki yönetmenin resmine ve Galip’e vurur.

GALİP: Bak senin dört duvar prensibini uyguluyorum işte. Ama tıkandım. Nasıl bitecek bu öykü?

Sessizlik.

Işık normale döner.

Galip masasına geri döner. Kâğıt tomarına bakar.

Volta atar, döner. Bakar…

GALİP: Son bölüm olmasa mı acaba? Her romanın bir son bölümü var, bunun yok. Şöyle başlık atarlar: “Klasik roman kalıplarına meydan okudum.”

Galip güler kendi kendine. Saçlarını kaşır. Yüzünü buruşturur. Kalkar. Kütüphaneye bakar, biraz sallar gibi yapar kütüphaneyi.

GALİP: Biraz yardımcı olamaz mısın?

Sonra tekrar oturur, kâğıt tomarına bakar. Oyunun başında Nihat’ın aldığı içkiyi alır, ilk defa kendine içki koyar. Bir fondip yapar. Bir kere daha doldurur. Bilgisayarın başına oturur. Boş boş bakar. Çaresiz, ümitsizce…

GALİP: Bir cümle de olmaz mı? … (Tiyatral bir edayla) Bir cümle için krallığım.

Galip çılgınca ve çaresizlikle güler. Sahne kararır.

 

15.

Birkaç gün geçmiştir. Galip hepten dağılmıştır. Kâğıt tomarı aynı kalınlıktadır. Boş Word sayfasıyla karşı karşıyadır. Pes eder.

GALİP: (kısık sesle) Nerdesin?

Ses yok. Galip yürür. Panele bakar. Sensör ışıkları yanmıyordur.

GALİP: Gittin mi yoksa?

Ses yok. Galip yüzüne tokat atar.

GALİP: N’apıyorsun Galip? Ne saçmalıyorsun? Otur ve şu son bölümü yaz işte.

Oturur bilgisayar başına. Aklında hiçbir şey yoktur.

Kalkar. Çaresizce sorar boşluğa:
GALİP: Nerdesin?

Sessizlik.

Galip duvarda bir yere kapı çalar gibi vurur.

GALİP: Burada mısın?

Başka bir yere vurur.

GALİP: Yoksa burada mı?

Sessizlik. Sonra birden: GÜM GÜM GÜM! Kapı vurulur. Galip korkar.

Daha sert ve gürültülü: GÜM GÜM GÜM!!

Galip gerisin geri sıçrar.

GALİP: Lan n’oluyor.

Korka korka kapıya yaklaşır,

GÜM!

Tekrar kaçar, tekrar yaklaşır, kapı deliğinden bakar. Kimseyi göremez. Kapının zincirini takarak kapıyı korka korka açar. Açtığı anda yüzünü telefon ışığıyla aşağıdan aydınlatan Ev Sahibi’ni görür. Korkarak geri çekilir, sonra:

GALİP: Siz benim ödümü koparmaya kararlısınız sanırım.

EV SAHİBİ: Özür dilerim, elektrikler kesik de. Mecbur kapıya…

GALİP: Niye geldiniz?

EV SAHİBİ: Size bir şey açıklamam lazım… Lütfen, girebilir miyim?

GALİP: Buyrun.

EV SAHİBİ: Romanınız nasıl gidiyor?

GALİP: Size ne? Yayıncı mısınız?

EV SAHİBİ: Haklısınız, yayıncı değilim. (Kâğıt tomarını görür, ona yaklaşınca Galip araya girer) Anladığım kadarıyla epey ilerlemişsiniz.

GALİP: Sadede gelir misiniz? Bir şey açıklayacaktınız…

EV SAHİBİ: (Öksürerek söze girer) Bakın Galip Bey, bu evi size ben sattım. O yüzden burada başınıza gelecek her şeyden kendimi sorumlu hissediyorum.

GALİP: Bu çok saçma.

EV SAHİBİ: (Gülümser ve oturur koltuğa) Lütfen açık olun. Burada başınıza tuhaf işler geldi mi? (Galip önce sessiz kalır)

GALİP: Bir yazarın evi sonuçta, tuhaf işler gelmeden olmaz. (Galip de oturur)

EV SAHİBİ: (Etrafa bakar) Bakışlarınızdan ve buradaki dağınıklıktan anormal durumlar yaşadığınızı varsayıyorum. Haksız mıyım?

GALİP: Bu hiç normal bir soru değil.

EV SAHİBİ: Burası gibi.

GALİP: Paranormal hadiselerden söz ediyorsanız, hayır böyle bir şey yaşamadım. Ama belli ki siz bir şeyler yaşamışsınız. Anlatırsanız belki size yardımcı olabilirim. Hurafeleri çürütmek konusunda iddialıyımdır.

EV SAHİBİ: Hay hay tabii ki… Benim çocukluktan beri resme bir merakım vardı. Ama tam anlamıyla kendimi bu sanata verme şansım hiç olmadı. Bu eve taşındıktan bir süre sonra sokaktan geçen bir eskiciden tual aldım. Boyalar, fırçalar, palet derken eve küçük bir atölye kurdum. Eşim bunun gelip geçici bir hobi olduğunu sandı en başta. Ama yanılıyordu. Kendimi alamadım bundan. Çok karanlık üzücü resimler yapıyordum sürekli. Ama güzel resimlerdi. Kısa sürede geldiğim nokta şaşırtıcıydı. Ailem de beni böyle üretken görünce desteklerini esirgemediler. Fakat sonra evden çıkmaz oldum. Bir şey beni sürekli evde tutuyordu.

GALİP: Bu söyledikleriniz çok da olağandışı değil, sanatçı insanlar evden çıkmak istemez…

EV SAHİBİ: Galip bey, inanın ben de sizin gibiyim. Her şeye mantık çerçevesinde ve bilimsel bir açıklama getirmek isterim. İflah olmaz bir şüpheciyimdir.

GALİP: Bunu duyduğuma sevindim.

EV SAHİBİ: Ama maalesef yaşadığım hastalıklı duruma bilimsel bir açıklama getiremedim.

GALİP: Buna hiç sevinmedim.

EV SAHİBİ: Eşim ve çocuklarım endişelenmeye başladılar. Dostlarım araya girdi. Kendimi sorgulamaya başladım. Psikiatristle görüştüm. Fakat çare olmadı.  Sonra sonra evde duyduğum bazı sesler, bazı alametler ile bu durumun psikolojik değil, parapsikolojik olabileceğini düşünmeye başladım.

GALİP: Eyvah eyvah…

EV SAHİBİ: Evin metafizik durumunu inceledim. Apartmanın planlarına baktım. Manyetik alan teorilerine baktım. Bermuda Şeytan Üçgeni gibi bir şey olabilir mi, şu incir ağacından bir tür hormonel salgı yayılıyor olabilir mi… Her ihtimali hesaba kattım. Düşün evin altında yatır olabilir mi diye araştırdım.

GALİP: Yok artık.

EV SAHİBİ: Bakın Galip Bey, ben batıl varlıklara inanmam. Fakat artık biliyorum ki, bazı şeyler bir yolunu bulup var olabiliyorlar.

GALİP: Her şeyin bir bilimsel açıklaması olduğuna inanıyordunuz hani.

EV SAHİBİ: Milyonlarca insan bir şeye inanıyorsa o şeyin varlığından değil, yokluğundan şüphe etmek daha mantıklıdır.

GALİP: Lütfen yapmayın. Dünya tarihi çoğunluğun inandığı safsatalarla dolu.

EV SAHİBİ: Ama işte, bir istisna var. Siz bir senaristsiniz. Bazı günler daha hızlı yazdığınız, daha iyi sonuçlar elde ettiğiniz olmuştur mutlaka.

GALİP: Evet tabii ki.

EV SAHİBİ: Oysa arada hiçbir fark yoktur. Sağlığınız, moral düzeyiniz, psikolojiniz aynı olsa da, bir gün, diğer bir günden daha iyi yazıyorsunuz. Peki neden?

GALİP: Bilmem. Bazı günler ilham geliyor.

EV SAHİBİ: Peki bu evde ilham geldi mi size?

GALİP: Geldi tabii.

EV SAHİBİ: Yazdıklarınızdan da anlaşılıyor bu. O gece okumuştum biraz. Oldukça iyiydi.

GALİP: Teşekkürler.

Ev Sahibi kalkar, yürür, kitaplığın oraya gelir.

EV SAHİBİ: Galip Bey, size çok kritik bir soru soracağım.

GALİP: Buyrun.

EV SAHİBİ: İlham perisine inanıyor musunuz?

GALİP: (es) İnanmıyorum.

EV SAHİBİ: Ama milyonlarca insan da inanıyor.

GALİP: Milyonlarca insan bilmem kaç ışık yılı uzaktaki gezegenlerin karakterlerini etkilediğine de inanıyor. Kadınların erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığına da, hayatlarının önceden yazıldığına da inanıyorlar. Daha sayayım mı?

EV SAHİBİ: Ama bakın, bir fark var. İlham perisine inananlar genelde yazarlar, ressamlar, müzisyenler… Yani söylediğiniz tarzda masallara kulak asmayan entelektüeller. Tanrıya bile inanmayan, akılcılığı ve gerçekçiliğiyle meşhur materyalist sanatçılar nasıl oluyor da ilham perisine inanıyorlar?

GALİP: Hiç böyle bakmamıştım.

EV SAHİBİ: İlham perilerinin geçmişini araştırdınız mı?

GALİP: (Alay etme moduna geçer) Hayır, hiç…

EV SAHİBİ: Yunan Mitolojisine göre Zeus ile bellek tanrıçası Mnemosyne dokuz gece birlikte oluyor. Her gece Mnemosyne, Zeus’un bir çocuğunu doğuruyor.

GALİP: İsmet Bey, konuyu bağlasak…

EV SAHİBİ: Bitti sayılır. Dokuz müz oluyor sonuçta. Euterpe, müzik müzü, müzisyenlere ilham veriyor. Urania var, Gök Bilimi’nden sorumlu, astronomlara ilham veriyor…

GALİP: (gülerek) İsmet Bey, yapmayın, güldürmeyin.

EV SAHİBİ: Bizim karşı karşıya kaldığımız ise Melpomene.

Sessizlik. Galip alaycı davransa da merak ediyordur.

GALİP: Evet, bir şey anlatıyordunuz. Dinliyorum.

EV SAHİBİ: Anlattım. Bitti.

GALİP: Olur mu canım, şeyden bahsediyordunuz, Melpo mu bi şey, o neyden sorumluydu?

EV SAHİBİ: N’oldu, inanmıyordunuz, gülüyordunuz, merak mı ettiniz?

GALİP: Öykünüz eksik kalmasın istedim.

EV SAHİBİ: (güler) Siz de benim gibi bunun doğru olduğunu biliyorsunuz. Hissediyorsunuz. İsmini söylediğimde bile yüzünüzde bir aydınlanma oldu. Melpomene. Onun görevi tragedyaydı.

GALİP: Yunan mitolojisindeki bu peri bula bula Beşiktaş’taki bu evi mi mesken edinecek?

EV SAHİBİ: Antik Yunan’dan uzak sayılmayız. Hem bundan daha güzel bir manzara bulabilir mi?

GALİP: Öyle bakınca…

EV SAHİBİ: Ben bir müz olsaydım başka bir yerde yaşayamazdım.

GALİP: Peki bir dakika, diyelim tamam, kabul ettim söylediklerinizi… E siz neden en baştan beni uyarmadınız? İyi bir insana benziyorsunuz, perili ev satmaya utanmıyor musunuz?

EV SAHİBİ: Pozitif bilimlere inanan biri olarak bundan emin olamadım ki. Siz de benzer şeyleri yaşamasaydınız bir tür zihin hastalığı geçirdiğimi düşünecektim.

GALİP: Bazı çekinceleriniz olduğunu anlatabilirdiniz.

EV SAHİBİ: Eğer yaşadıklarıma dair ufacık bir şey anlatsaydım bile, zihninize bir kuşku tohumu atmış olurdum. O kuşku zamanla büyürdü. O yüzden tam tersine her şeyi normal göstermeye çalıştım.

Sessizlik.

GALİP: (Kâğıt tomarını gösterir) Yani şimdi ben bu metni Melpomene ile mi yazdım?

EV SAHİBİ: Öyle görünüyor.

GALİP: Ve şimdi bana yardımcı olmadığı için bitiremiyorum.

EV SAHİBİ: Onu kızdıracak bir şey yaptıysanız yardımını kesmiş olabilir.

GALİP: Bir şey yapmadım.

EV SAHİBİ: Bu evde cinsel bir münasebet yaşadınız mı?

GALİP: Ne münasebet böyle bir şey soruyorsunuz bana?!

EV SAHİBİ: Periler kıskançtır Galip Bey.

GALİP: Yani?

EV SAHİBİ: Benim eşimle aram iyi değildi. Ama ne zaman iyi olsak, bir şeyler yaşasak kaybolurdu ortalıktan. Ya da öfkelenip zihnimi allak bullak ederdi.

GALİP: Şimdi ne olacak?

EV SAHİBİ: Melpomene ile barışıp, eserinizi bitirebilirsiniz. (es) Ya da ona veda edebilirsiniz. Bu evi ben sattım size. Tekrar elden çıkartmanızda yardımcı olurum size.

GALİP: Bu kötülüğü başka kimseye yapamam ki ben.

EV SAHİBİ: Ya da iyiliği. Bakar mısınız yazdığınız kitaba…

GALİP: Ama o olmasa yazamazdım.

EV SAHİBİ: Kim bilecek?

GALİP: Faust’taki şeytan gibi konuşmayın lütfen.

EV SAHİBİ: Haksız mıyım? Bu kitapta sizin de katkınız büyük. Aylarca bu dört duvar arasında tıkıldınız, gecenizi gündüzünüze kattınız. Onunla barışıp bitirebilir ve büyük bir başarıyı tadabilirsiniz. Bunu hak ettiniz.

GALİP: Ama bu, bu, şimdi çalıntı gibi duruyor karşımda.

EV SAHİBİ: Sizi çok iyi anlıyorum. Benim gibisiniz. Hırslı biri değilsiniz. Sadece hayallerinin peşinden giden bir yazarsınız. Ama hırslı bir sanatçı için burası cennet olabilir.

GALİP: Hırslı bir sanatçı…

EV SAHİBİ: Başarı için her şeyi yapabilecek biri.

GALİP: Bu evi böyle birine satabilirim.

EV SAHİBİ: Bilmiyorum ben kararınıza karışmak istemem. Bu kararı ancak siz verebilirsiniz. Kalksam iyi olacak. (Kapıya yönelir)

GALİP: Siz bilirsiniz.

EV SAHİBİ: Sizi kararınızla yalnız bırakmak en doğrusu. (Es) Tabii burada yalnız kalmak ne kadar mümkünse!

Galip etrafına bakınır. Sahne kararır.

 

16.

Mine koltukta oturuyor, tam karşısında Galip.

GALİP: İşte böyle. Ne diyorsun?

MİNE: (Şokta) Ne diyeceğimi bilemedim.

GALİP: Ben de ne yapacağımı bilemiyorum. Evi satmayı düşünüyorum.

MİNE: Aa hayatta olmaz, saçmalama, dünyanın en güzel evi bu, satılır mı hiç?!

GALİP: Ne yapayım, burada bu tuhaf varlıkla mı yaşayacağım?

MİNE: Galip, sen hayatımda tanıdığım en gerçekçi adamsın. Buna gerçekten inandığına şu an inanamıyorum.

GALİP: Tüm bulgular bunu gösteriyor.

MİNE: Yani burada bir şey var ve sana bu romanı yazarken yardım etti, doğru mu anlıyorum?

GALİP: Yardımdan da öte belki de.

MİNE: Daha fazla ne yapabilir ki?

GALİP: Sanki bana sufleyi verdi, ben de yazdım… Al bak.

Mine metinlere göz atmaya başlar.

MİNE: (bir süre sonra dudaklarını büker) Çok iyi.

GALİP: Fazla iyi.

MİNE: Vallahi öyle.

GALİP: Ama ben değil.

MİNE: Nasıl yani?

GALİP: Ben böyle bir şey yazmak istemedim ki.

MİNE: Daha önce ne yazdın ki?

GALİP: Aşk olsun, ilk yazdıklarımı biliyorsun.

MİNE: Gençlik işleriydi o. Bunlar ciddi.

GALİP: Ama benim tarzım değil bu. Çok uzun depresif cümleler… Sanki sevmediğim bir yazara özenmişim gibi. Heyecanlı olay örgüsü nerde? Yok. Kişiliğimden izler? Göremiyorum.

MİNE: Her yazar istediğini mi yazıyor, doğrudan kendini mi yansıtıyor?

GALİP: Tamam ama bu başka.

Mine hızla sayfaları çevirmeye, okumaya devam eder.

MİNE: E bak bitiyormuş da.

GALİP: Son bölüm kaldı, evet.

MİNE: Bak canım, biraz senin gibi düşüneyim. Bence sen bu kitabı yazmak için kendine böyle bir motivasyon aracı bulmuşsun. Bir tür, hani neydi o maçlarda falan tutarız… hah “totem” yaratmışsın kendine. Bari sonunu getir de işe yarasın.

GALİP: Nasıl?

MİNE: İlham perini küstürdüğüne inanıyorsan onunla barış. Bu kadar ilerlediğin kitabı bitir. Başarının keyfini çıkar.

GALİP: İyi de bu durum beni çıldırtıyor.

MİNE: Tüm sanatçılar en önemli eserlerini oluştururken deliliğin sınırlarında dolaşmıştır. Sen demiyor muydun, Maupassant, Horla’yı yazarken tımarhaneyi boyladı diye…

GALİP: Doğru. Van Gogh da güzel bir örnek.

MİNE: Aynen. Belki de başyapıtlarını üretirken deliren tüm o sanatçılar benzer bir varlıkla karşılaştı.

GALİP: Belki de her sanatçının bu bedeli ödemesi gerekiyor. (Es) Ahh saçmalamaya başladım sayende. Hayır. Hayır, bunu yapamam. Şeytana teslim olamam.

MİNE: Süper Sınıf’ı yazmaya devam diyorsun yani.

GALİP: Aynen. (Kâğıt tomarını göstererek) O bile bundan “daha ben” çünkü.

MİNE: Çoluk çocuğa dizi yazarak hayatını çürüteceksin yani.

GALİP: Ayıp oluyor ama.

MİNE: Adını jeneriğe bile yazmıyorlar. Kimsenin seni tanıdığı yok. Yapımcının kölesisin. Oyuncu desen, seni kullanacak biri gibi görür. Böyle bir hayat mı istiyorsun?

GALİP: Abartmasak…

MİNE: Oysa bu kitapla gerçek bir yazar olabilirsin. O televizyona saygın bir yazar olarak çıkabilirsin.

GALİP: Evet ama bunu o olmadan da yapabilirim.

MİNE: (Kıkırdar) Sen?

GALİP: Tabii ki. Ben. Tek başıma da yazabilirim Hem de en alasını yazarım.

MİNE: (Kahkaha atarak) Tabii, tabii.

GALİP: Mine sen n’apıyorsun dalga mı geçiyorsun benimle?

Mine histerik şekilde gülmeye devam ediyordur.

MİNE: (Taklit ederek) “Tek başıma da yazabilirim.”

GALİP: Mine yeter!

O sırada çat! Elektrikler kesilir.

GALİP: Hay Allah, elektrikler kesildi.

Bir ışık arar.

GALİP: Telefonum olacak şurda.

Mine gülmeye tekrar başlar.

GALİP: Bunun nesi komik, n’oluyor Mine?

Mine’nin kahkahaları artar. Galip masanın üzerindeki feneri hatırlar.

GALİP: Hah.

Fenerin ışığını yakar. Mine korkunç bir ifadeyle gülmeye devam ediyordur. Galip korkarak gerisin geri kaçışır ve yere düşer. Fener başka bir yöne ışık verir. Feneri bulup tekrar koltuğa döndürdüğünde Mine yoktur. Kahkahalar devam ediyordur ama sesi azalmıştır.

GALİP: Neredesin?

Galip ışığı farklı yönlere tutar. Bu defa tuttuğu diğer yöndeki koltukta Mine saçları farklı bir şekilde kahkaha atıyordur. Bu sırada alarm panelinin ışıkları da çıldırmıştır.

GALİP: Mine kes artık!

Fenerin ışığı söner bir anda. Galip fenere vurur. Fener tekrar çalışır. Fakat Mine’nin yerinde kimse yoktur. Galip salonda her yöne ışığı tutmaya devam eder. Kimse yoktur. Tuttuğu bir noktada boy aynasında kendi yansıması ile karşılaşır.

GALİP: (Etrafına doğru) Sensin bu değil mi? … Melpomene?

Önce kıkırdama sesi…

MELPOMENE: (Galip’in sesiyle, önceki sahneden) “Tek başıma da roman yazabilirim”

GALİP: Evet, yazabilirim!

Kahkahalar.

MELPOMENE: (Galip’in sesiyle) “Biraz yardımcı olamaz mısın?”

Kahkahalar.

GALİP: Sana ihtiyacım yok!

MELPOMENE: (Galip’in sesiyle) “Bir cümle için krallığım”

Kahkahalar.

GALİP: Sen öyle san!

Galip kâğıt tomarına doğru gider. Hepsini alır.

Kâğıt tomarını salondaki masanın üzerindeki çanağın için atar, romanına şöyle bir bakar, sonra Nihat’ın hediye ettiği içkiyi üzerine boca eder. Kibrit yakıp kâğıt tomarını yakar. Alevler yükselirken çığlık sesleri kopar. MELPOMENE’nin çığlıkları gelir.

GALİP: Ne oldu? Hoşuna gitmedi sanırım. Şimdi sırada evi satmak var.

Melpomene gülmeye başlar. Kötücül kahkahalar.

GALİP: Satamaz mıyım sanıyorsun. Bal gibi satarım.

GALİP: (Derinden korkunç bir ses) BIRAKMAM SENİ!

GALİP: Sattım mı evi, bitti bu iş. Tek sorun kime satacağım… (Düşünür) Satmak… Tabii ya, ne dersin Ziya Bey’e satayım mı seni?

Kahkahalar susar.

GALİP: Pek canın çekmedi galiba. Oysa al sana zengin bir yapımcı. Ona ne diziler, filmler çektirirsin şimdi… Yıldız oyuncular gelir bu eve, onları baştan çıkarırsın… Ne dersin? (Bu defa Galip güler.) Yıldız oyuncular hoşuna gitmez mi?

Işıklar yanar. Elektrikler gelir. Sahnede Mine yoktur.

GALİP: Bir dakika… Yıldız oyuncu… Neden olmasın?

Galip, telefonunda tuşlara basar, TUĞÇE ALKIM’ı arar. Projeksiyonda Tuğçe belirir.

TUĞÇE: Alo Galip, inanılmaz gerçekten, kalp kalbe karşıymış. Tam seni arayacaktım.

GALİP: Ne güzel, bak ne dicem, diyordun ya buralarda ev bulursan söyle diye.

TUĞÇE: Ay ne diyorsun buldun mu yoksa?

GALİP: Benim evi satıyorum.

TUĞÇE: İnanamıyorum Galip. Direkt aldım.

GALİP: Sözleşme hazır.

TUĞÇE: Harika. Hemen imzalarım. Sana anlatacaklarım da var.

Galip telefonu kapatır. Yüzünde “Oldu bu iş” ifadesi.

GALİP: Kurtuldum senden Melpomene.

Sessizlik.

 

 

17.

Ev ilk sahnedeki gibi boşaltılmış. Duvardaki afiş yerde. Tuğçe girer.

TUĞÇE: Galip gerçekten tam zamanında imdadıma koştun.

GALİP: (ironik) Bu bir işaret olmalı.

TUĞÇE: Haha aynen aynen. Bu kadar olur!

GALİP: Sözleşme burada canım.

TUĞÇE: Ay dur bir soluklanayım, kaçmıyoruz ya.

GALİP: (hin bir ifade) Burası sana çok ilham verecek.

TUĞÇE: Şimdiden harika bir enerji alıyorum canım. Tam bir festival filmi havası var.

GALİP: Hem de ne festival.

TUĞÇE: Ne kadar mutlu ettin beni bilemezsin. Tam da boyfirendimle kalacak yeni bir ev arıyorduk.

GALİP: Boyfirend?

TUĞÇE: He ya, boyfirendim var yeni.

GALİP: O zaman evle birlikte o da hayırlı olsun. (Sözleşmeyi ittirir)

TUĞÇE: (İnceler hızlıca) Fiyatı da ne kadar uygunmuş.

GALİP: (Göz kırpar) Sana özel. (Israrla kalem uzatır) Asıl imza şuraya ve şuraya.

Tuğçe imza atar.

GALİP: (gösterir) Paraf da atarsan her sayfaya…

Tuğçe paraf atarken…

GALİP: (Melpomene’ye) Yeni sahibin hayırlı uğurlu olsun.

TUĞÇE: Ne dedin canım?

GALİP: Hayırlı uğurlu olsun.

TUĞÇE: Çok sağol canım.

Sözleşmeyi imzalamayı bitirir, el sıkışırlar. Galip çok mutlu.

GALİP: (Ayaklanır) Hadi çıkalım.

TUĞÇE: Dur ya, ne öyle hemen?

GALİP: (Kapıya doğru gider) Sen kal istersen, senin evin artık. Ben çıkayım.

TUĞÇE: Dur, dur, bir müjdem var sana, onu anlatmadan seni bırakmam.

GALİP: Neymiş?

TUĞÇE: Canım şimdi… Metin, yeni filminin senaryosunda fena tıkandı.

GALİP: Metin derken? Metin Arslanoğlu?

TUĞÇE: Evet. Bu defa bir senaristle çalışayım falan demeye başladı. O sırada Süper Sınıf’ın son bölümlerini izledi.

GALİP: Arslanoğlu Süper Sınıf’ı izledi?

TUĞÇE: Ay evet. Bayıldı, bayıldı… Yok böyle bir şey.

GALİP: (Şokta) Metin derken Metin Arslanoğlu değil mi?

TUĞÇE: Hı-hı. Diyor ki bu çocukta bir Uğur Akay hissiyatı var.

GALİP: Oğuz Atay herhalde.

Tuğçe’nin telefonu çalar. Telefonunu gösterir: METOŞ ARSLANOĞLU – ARIYOR. Galip afallamış halde.

TUĞÇE: Ay bu kadar olur! Metin arıyor.

GALİP: Metoş mu?

TUĞÇE: Hihi.

GALİP: Boyfirend derken… Yoksa Metin Arslanoğlu?

TUĞÇE: Ay evet, çok acayip di mi? Demiştim sana saykoseksüelim diye. Bayılıyorum zeki erkeklere.

GALİP: Sapyo.

TUĞÇE: (Telefonu hoparlör modunda açar) Metin, kimle birlikteyim tahmin edemezsin. Yeni Oğuz Atay diyordun ya.

METIN: Galip mi?

TUĞÇE: Ta kendisi. Veriyorum al.

GALİP: (Titrek bir sesle) Alo.

METİN: Galip kardeşim selam. Tuğçe çıtlattı galiba, sen ne yapmışsın öyle ya Süper Sınıf’ta. Millet gençlik dizisi diye sallamıyor olabilir ama satır aralarındaki edebi numaraları gördüm ben.

GALİP: Şey teşekkürler.

METİN: Diyorum ki, şu benim yeni senaryoyu birlikte yazalım, ne dersin?

GALİP: Abi ne diyeyim, nutkum tutuldu.

METİN: Hep filmlerimi birlikte yazacağım kafa bir senarist aramışımdır. Ama piyasayı biliyorsun, kitap okuyan, ne bileyim Çehov, Borges bilen senarist yok ki.

GALİP: Yok valla, nerdeee…

METİN: Şimdi… Tuğçe söyledi mi bilmiyorum, biz onunla yeni bir eve taşınıyoruz.

TUĞÇE: (Araya girer) Canım, ev zaten Galip’in evi. Yani artık eski evi tabii. (Güler)

Galip’in şoku büyür. Işık düzeni değişir. Artık sadece Galip ve afişteki yönetmende ışık var.

METİN: Bu ne güzel tesadüf. Muhteşem. Galipçim o zaman evinden çok da kopamayacaksın. Benim dört duvar metodumu belki duymuşsundur, bir eser sadece dört duvar arasında yazılır, dışarıya çıkmaz, dışarıdan da müdahale edilmez.

GALİP: (ses gidik) Yoksa ruh çorbası olur dersiniz.

METİN: Haha aynen aynen. Bak şimdiden kimyamız tuttu. Tamam mıyız o zaman?

GALİP: Yani… şimdi… ben…

METİN: Rahat ol sen, ben kaleminde ışığı gördüm. Çok iyi anlaşacağız.

Işık sadece Galip’te kalır.

GALİP: Iıııı…

METİN: Şöyle bir ay kampa girsek kabasını alırız bence. Bir ay da cila attık mı, üç dört ay sonra sete girecek kıvama getiririz.

GALİP: …

METİN: Bak bu iş tutarsa bundan sonra hep birlikte çalışabiliriz.

GALİP: Şeyyy…

METİN: Hep ortak çalışabileceğim bir senarist aramışımdır.

GALİP: Yani…

METİN: Şimdi biz hızla bir yerleşelim önce, dört-beş güne gelirsin. Bir odayı sana ayırırız, istersen kalabilirsin de.

GALİP: Oda diyorsunuz.

METİN: O zaman OK’iz, değil mi?

GALİP: …

METİN: Galip?

GALİP: …

METİN: Alo, alo?

Galip diz çöker. Kitaplardan biri kayıp düşer. Galip çığlık atar. Ses çıkmaz. Derinden Melpomene’nin kahkahaları duyulur. Işıklar söner.